Sayfalar

30 Aralık 2016 Cuma

muhasebe


2016'nın bir muhasebesini yapayım dedim, ı-ıh olmadı. o kadar çok acı var ki 2016'da mutluluklarımı anlatasım gelmedi, mutsuzluklarımı da sıralayıp iyice darlanasım da yok...


neyse bitiyor...


2017 şanslı bir yıl olsun hepimiz için. sağlıklı, mutlu, huzurlu, barış dolu bir yıl olsun. inşallah...


geçen sene yeni yıla girerken arin uyuyordu, babasıyla gidip öpüp koklaşmıştık tam onikide...bu yıl da uyur diye umuyorum...2016 ile ilgili en canlı anım, mutluluğum o andı...


bir tek bunun muhasebesini yapabiliyorum...


geçen sene arin beşiğinde uyuyordu biz onu öptüğümüzde, bu sene ise tek kişilik yatağında, yanında parmaklıkları olmayan yatağında uyuyor olacak biz onu öpüp koklarken...


oğlum büyüyor. sağlıkla, huzurla, mutlulukla büyüsün...hepimizin çocukları güzel yıllarda sağlıkla büyüsün...


benim başka bir dileğim yok...


iyi seneler hepimize...

13 Aralık 2016 Salı

yeter....

epey olmuş yazmayalı. pek de bir şey yok anlatılacak. arin iyi, canparçam çok tatlı ve gitgide ballaşıyor...çok şükür...


çocuk zor iş derler. sorumluluğu, okulu, yemesi, içmesi, giymesi zor derler..hem maddi hem manevi...


bu coğrafyada anneysen, çocuk işi daha da zorlaşıyor. bilinmezlik, terör korkusu, yanıbaşındaki savaş...bambaşka gözlerle bakmaya başladık dünyaya, farkında mısınız? yaşamıyoruz, sadece hayatta kalıyoruz bir süredir. nasıl koruyacağım, nasıl korunacağım düşünceleri bizi boğuyor. psikolog değilim, verecek bir çözümüm yok. önceden, karar vermiştim, sadece kendi küçük dünyam ile ilgilenecektim. arin iyiyse, babası iyiyse, ailelerimiz iyiyse, arkadaşlarım iyiyse problem yok demektir, diyordum. ilk tokat havaalanı saldırısıyla arkadaşlar cephesinden geldi. hep tanımadıklarımızın başına geldiğini sandığımız patlamalarda bu sefer tanıdıklarım öldü, olayın ortasında kaldı, kılpayı kurtuldu. fark ettim ki çember daralıyor. korku büyüyor.


önlemler düşünmeye başlıyorsun...kalabalığa girme, evden, mahallenden çıkma, gezme, güvenilir bulduğun ortamlarda bulun, kalabalığa girme, kalabalığa gitme, kalabalıktan uzak dur, kapat kendini, kilitle, yaşama, KALABALIKTAN UZAK DUR! tek önlem bu. ilk akla gelen, ilk güvenli gelen...tek önlem izole yaşamak.


yapmayın diyorlar, onların istedikleri de bu diyorlar. benim canımdan öte canım var, nasıl yapmam?! sadece kendimden sorumlu olsam çıkarım ama benim bir emanetim var, ona kıyamam...alamam o riski...


arin doğunca babasıyla aynı takımı tutsun, beraber maça giderler oh takılırım ben de bir akşam demiştim. şimdi nasıl göndereyim? babası nasıl alsın götürsün maça? neye güvenerek?


çocuğumla beraber gezeriz derdim. kadıköy'ü çok severim ben, arin ile en son doktoruna gittik 3 yaş kontrolüne, gezmeden döndük. çünkü kalabalık...korkutucu, tekinsiz...


topkapı sarayının bahçesinin manzarası çok güzeldir. dünyada gözlerinizle görebileceğiniz en güzel manzaralardan biridir. içinizi açar. saray da güzeldir, sonradan yapılma özenti saraylara benzemez, tarih yatar orada. saraydan çıkınca sultanahmet meydanı da çok güzeldir, yerebatan sarnıcı büyülüdür, sirkeciye kadar o yolda yürümek zevklidir, sirkeci garı da çok zarif bir mimariye sahiptir. götüremem ki arin'i. güvenli değil oralar...nasıl riske atayım...


dolmabahçe sarayına götürmek isterim, atamızın son ikametgahı... paşamızın son nefesini verdiği yatağın karşısındaki dört mevsim tablosunu göstermek isterim, ne güzeldir o tablo...götüremem, korkarım ben oralardan...


taksime gidelim isterim. beyoğlu eski beyoğlu olmasa da bir tur atalım, çikolatasından yiyelim. tünele binelim, dünyanın ilk metro hatlarından diye anlatayım arin'e, galata'ya gidelim. kuleye çıkıp hazerfen'i anlatayım, insan inandı mı neler neler başarır, somut bir şekilde görsün isterim. sonra kulenin dibindeki kahveye oturalım, ben kahvemi içerken ona bir meyvesuyu söyleyeyim, inanamasın hazerfen'in uçtuğuna ve ben tekrar tekrar anlatayım isterim. sonra gezi parkı'na götüreyim isterim. yakın tarihimizin ve kendi kişisel tarihimin en büyük inanç, umut hikayesini anlatayım. kestirtmediğimiz ağaçlara sarılalım, manzarayı seyredelim, elimize birer simit alalım kuşlarla beraber yiyelim, kuşlar gibi özgür olmayı anlatayım isterim. götüremem, istiklal'de patlama ortasında kalan puseti gördükten sonra, götüremem...


gencecik evlatların canlarını alıyorlar, benim annelik hayallerimi almışlar çok mu? çalın hayallerimizi, umutlarımızı yerine kendi hırslarınızı koyun! alın hepsi sizin olsun! ne olmak istiyorsanız olun! ama artık tek bir evladımızın bile saçının teline dahi dokunmayın! alın saray da sizin olsun saltanat da sizin olsun! bize evlatlarımızı bağışlayın! yeter!

8 Kasım 2016 Salı

hey sen! hiç bir şey bilmiyorsun!

evet sen! henüz çocuk falan yok tabii. sevgilinle geveş geveş takılıyorsun. evlenmişsiniz de mis gibi..aynı evdesiniz..plansız programsız ya da tam tersi, "tamamiyle" uyabildiğin planlı programlı bir hayatın var..


haftasonu keyfen değil "mecburen" erken kalkmak ne demek, bilmiyorsun.


işten koştur koştur eve gelmek zorunda hissetmek ne demek, bilmiyorsun.


yemeği keyfine göre değil, besleyiciliğine göre yapmak zorunda olmak ne demek, bilmiyorsun.


ya da, evde yemek olmaması rahatsızlığı ne demek, bilmiyorsun.


çocuk doktorundan haftasonları randevu almak ne kadar zor, bilmiyorsun.


banyo yapmak için ancak birisinin uyumasını beklemek ne demek, bilmiyorsun.


saçını şekillendirmeye vakit ve enerji bulamadığın için hep toplamak ne demek, bilmiyorsun.


makyajın sadece rimel ve rujdan ibaret olabileceğini bilmiyorsun.


ojesiz tırnak ne demek, bilmiyorsun.


daha önce keyifle gittiğin uzuuun pazar kahvaltıları için oyun alanlı bir alternatif aramak ne demek, bilmiyorsun.


halıdan oyun hamuru kazımak ne demek, bilmiyorsun.


bir bebek bezi değiştirmek değiştirmek ne kadar zor olabilir ki, bilmiyorsun.


"sayılar partisi"ni, "on yeşil şişe"yi, kurbağının kuyruğunun nerede olduğunu, bilmiyorsun.


kendini acımadan eleştirmek ne demek, bilmiyorsun.


eskiden evini dağınık bulurdun, aslında dağınıklık ne demek, bilmiyorsun.


ama mesela en önemlisi;


yukarılardaki atatürk bayraklarını öşümşek adam* asıyor, bilmiyorsun.


sen gerçekten hiç bir şey bilmiyorsun!


işbu yazı kendime yazılmıştır. ;)
*örümcek adam

17 Ekim 2016 Pazartesi

düdük 3 yaşında!

ben inanamıyorum..ne çabuk büyüyor yaa! üç yaşında..tam üç yaşında oldu..daha niceleri olsun, sağlıkla, mutlulukla, huzurla..güzel çocuğum benim..


üç yaşında, yüzbir cm, onyedi kilo üçyüz gram..dünyada kapladığı yer bu kadar..benimse, bütün dünyam o kadar..


önce babannesinde ufak bir kutlama yaptık, sonra da tam doğumgününde okulunda kutladık..çok mutlu, çok eğlenceli geçti :)


güzel çocuğum, tatlı yavrum benim..bal gibi, şeker gibi, pekmez gibi tatlı bir ömrün olsun..ömrün de senin kadar güzel olsun..hayat sana hep cömert davransın..uzun sağlıklı bir ömrün olsun..canımsın sen benim, herşeyimsin..çok ama çooook seviyorum seni! dünyalar kadar çok, tahmin edemeyeceğin kadar çok! bitanem..



22 Eylül 2016 Perşembe

uçtu uçtu arin uçtu!


ya bu sonbahar beni mahvetti. bir sersemlik, bir kafamı kaldırmama, bir bıraksan saatlerce uyuma isteği...mmmmhh evet bir bıraksalar ne uyurum ama...oolum alt tarafı bir ay bitti yenisi başladı, ne bu afra tafra? sen hayırdır pelin?!


tabii havaların bir anda soğuması da tuz biber ekti bu atalet durumuna...ben ki kolay kolay üşümem, hemen sıcaklarım, kışın tişörtle yatmaya devam ederim, asla kazak + gömlek kombinasyonu yapamam (gömlek kolsuz yazlıksa belki yaparım), çizme giyince darlanırım, tişörtle uludağda kayak yapmışlığım vardır (bkz. hashtag türkiye'nin zengin çocookları :p) ama şu mevsim geçişlerinde çılgın gibi üşüyorum arkadaş. vatdıfak?! bu nasıl bünye? oolum daha on gün önce bodrumda kızgın kumlardan serin sulara atlıyordum (bkz. hashtag türkiyenin zengin anaları :p) şimdi üzerimde mont olmadan sokağa çıkamıyorum ki bodrum da hala kızgın kumlardan serin sulara atlıyorlarmış, sanırım türkiyenin yanlış coğrafi bölgesinde barınmanın cezasını çekiyorum...


arin, bodrum'a giderken ilk defa uçağa bindi. (arin deyince bir sıcaklık geldi bana, kuzumm ^.^ ). ben uçakta gerilirim, korkmam ama o kalkış zamanı bi gerilirim işte. neyse...şimdi çocoom yanımda, babası da yok, yalnızız ya Allah'ım bende ne senaryolar. hostes der, gaz maskesi önce kendinize sonra çocuğunuza, ben derim "hade len önce çocuma hep çocuma, alsın benimkini de alsın, bütün oksijenler onun olsun" (içimden). tabii bu arada önceden havalimanında çalışmış olmanın etkisiyle gördüğüm her haltı anlattım.


+ bak annecim şimdi abla valizimizi alcak, banta koycak valiz şuta gitcek
- annnneee hadi şuuuuut ve goool oynayalım!


- bak oğlum körükten uçağa geçiyoruz şimdi
+ aaa anne tünneeeel kaaaannnlık ooooduu!


+ bak bebeğim şimdi push back yapıyorlar
- anneee meymeee suyuuu!


yani çocuğa bi sürü anlamayacağı teknik şeyleri açıkladıktan sonra uçak piste çıktı, motorları kökledi, ayakları yerden kesti ve o andan itibaren arin'in öğrenmiş olacağı tek şey kevser'den başlayıp subhaneke'ye uzanan dualardı!


önce kemerini takmak istemedi, baak ama kırmızı ve çok şeker diye diye taktırdım ve bir daha da çıkarttırmadım, çünkü çıkarttırırsam bi daha takmayabilirdi ve bence zaten uçaktayken arabadaki gibi sürekli takmalı kalkmadığı sürece (kamuspotu). giderken şahaneydi, hiç zorluk çıkarmadı, şeker, meyvesuyu, oyuncak falan derken yol da bitti (alt tarafı bi saat uçtuk ayol, sanki transatlantiği geçtik, ne anlattım!)


ama dönüş..ah o dönüş...dostlar dönüşte gerilemedim bile, o kadar zorlu bir dönüştü...


kemeri yine zar zor bağladım...su istedi, çikolata istedi, mavi arabasını 1844564845654 kere kaybedip, buldu ve o acıklı an geldi; kalkmak istedi! ve kemeri çözmeyi başardı. koltukların altından sürünmek suretiyle ön ve arka sıralara gitmeye kalktı, koridorda dolaşmak istedi, yere oturup koltuğunu araba parkı yaptı...ay şiştim valla anlatırken...ve bütün bunlar oluyorken inişe geçmeye başladık. oolum gel kemerini tak otur diyorum yok diyor. yahu iniş sıkıntılı mesele, türbülans olabilir, kaptan sert iniş yapabilir, yararsın kafayı gözü diye içim içimi yiyor. kucağıma oturmak istedi sonra, hostes de (biliyorum arkadaşlar kabin memurusunuz siz, erkekleriniz de steward hatta host diil) ek kemer getirdi, bebek gibi bağladım kucağıma öyle indik ve gerçekten tak diye tekeri vurarak, sarsılarak indik. yani oturmasa kesin kafayı falan bi yere vurmuştu...


çok cooldu ama oğlum sanki 447545235685. uçağa binişiymiş gibiydi. bak bulutlara diyorum, ee bulut diyor. baş aşağıda arabalar var diyorum, hee arabaa diyor. uçaktan inince bak bunun içindeydik diyorum, soo what? bakışı atıyor.


arkadaş ben her konuda heyecanlı bir insanımdır. çok çabuk durumları abartabilir, uçuk hayaller kurabilirim bu durumlarla ilgili. bu çocuğun coolluğu kime çekmiş?! kimin geni bu?! çıksın ortaya!



5 Eylül 2016 Pazartesi

tutalete yapamağğğmmm!

ay bilogcan arin bezi bırakmıyor!


önümüzdeki ay 3 yaşında olacak, tam zamanı aslında ama yok, istemiyor. çıkartınca tutuyor çişini, bezi takınca yapıyor. geceleri kuru uyanıyor çoğunlukla ama "tutaleteee" yapamazmış. ev çeşit çeşit lazımlık, adaptör vs. doldu ama beyfendi "tutaletee" yapamazmış.


hazır değil. eninde sonunda öğrenecek biliyorum ve aslında hiiiç ısrarcı değilim ben...öğrenecek nasılsa...


bu aralar evin gündemi bu..hem bir ses vereyim istedim. :)


yalnız ısrar etmiyorum tamam ama, ayda 3 paket bez alıyoruz, o biraz koyuyor be!

18 Ağustos 2016 Perşembe

ana yüreği

az önce bir fotoğraf gördüm. suriyeli 5 yaşlarında bir çocuk. bombardımanda yaralanmış, yüzü gözü toz toprak içinde bir ambulansın içinde oturuyor. canım benim canım..güzel yavrum..


bazen bu dünyaya çocuk mu getirilir'i sorguluyoruz ya...


ben 2013 yılında anne oldum. o zaman da savaşlar vardı, o zaman da dünyanın bir yerine çocuklar acı çekiyordu. bunları o zaman da görüyordum, duyuyordum, biliyordum. oğlum, canım, ömrüm doğdu. ve ben fark ettim ki, bilmek, görmek, duymak başka, taa içinde hissetmek bambaşkaymış...annelik ile beraber bir de ana yüreği geliyormuş insana, sonsuz bir empati gücü veren ana yüreği...


"öyle düşünme pelin" diyorum o fotoğraflara, görüntülere bakarken.."o senin oğlun değil başka bir çocuk o" diyorum..yok olmuyor..anneysen, sanki bütün çocuklar seninmiş gibi oluyor...


o hiç tanımadığın, görmediğin çocukları da kendi çocuğunu avuttuğun cümlelerle avutuyorsun, onlar seni duyamasa da...kendi çocuğun için ettiğin duaları ediyorsun...kendi çocuğuna sarılır gibi sarılmak istiyorsun...


arin dün oynarken düştü. dudağı çok azıcık kanadı. gece yanında uyudum. versinler o çocukları da bana, hiçbir şey yapamazsam yanlarında uyurum. korurum ben onları...dünyanın neresinde olursa olsun acı çeken bütün çocukları koynuma alıp saklayasım, kimselere vermeyesim var...


hem bütün çocukları koruyup kollayabilecek kadar güçlü hissediyorum, hem de gücüm sadece kendi evladımı korumaya yetiyor...


Allah bütün çocukları korusun...hiçbirinin ayağına taş değmesin...

2 Ağustos 2016 Salı

tecrübe satışı

şubattan bu yana kilo veriyorum. az az ama olsun. sanırım 15 kilo falan oldu. yoo dostum yooo tabii ki hala söylenecek kilolarda değilim, sanırım kendi doğum kiloma, bundan tam 33 sene önceye tekabül ediyor bu da, indiğim zaman ancak kilomu halka açıklayabilirim. ama şunu söyleyeyim arin'e hamile kaldığım kilonun altındayım. tosun değil, tosuncukum.
tabii ki oturup da yağdan, kilodan falan bahsetmeyeceğim burada. ama yine konuya nasıl giriş yapacağımı bilemediğimden olabilecek en saçma girişi yaptım ve bu sefer neyden bahsetmek istediğimi ben de unuttum! iyi mi?!






bazen düşünüyorum da sanırım benden iyi bir sosyolog olurmuş. seviyorum insanları gözlemlemeyi ve gerçekten insan ırkı çok garip. bir de kafa bulmadan eleştirebilsem...






ama dayanamıyorum. çünkü insanların ciddiye aldıkları şeyler bana o kadar saçma geliyor ki...belki benim ciddiye aldıklarım da onlara saçma geliyordur, kimbilir?!






aslında yazacağım konu bu da değildi.....






insanlar tecrübelerini satıyorlar, farkında mısınız?






mesela anne oluyor bir kadın. ve değişik bir ruh haline giriyor "dünyadaki tek anne benim!" ruh hali. ve başlıyor başka "annelere" "annelik" öğretmeye. mesela bu gerçekten size saçma gelmiyor mu?! yani ben mi tuhafım?! bakın kastettiğim şey, çocuğunu büyütmüş, ununu elemiş eleğini asmış falan biri değil bu, seninle benimle aynı zamanlarda anne olmuş, daha önce böyle bir tecrübesi olmamış biri ve sen bundan akıl medet umuyorsun. hala saçma olmadığını mı düşünüyorsunuz? suç onda değil aslında, bir suç falan da yok ortada, lafın gelişi işte. ama ben o ayran budalası gibi ağzını açıp, ağzından çıkacak iki kelimeyle çocuğunu etiketleyecek olan kadınlara inanamıyorum. bir süre sonra bu akıl verme işi, tecrübe satmaya dönüyor. para kazanıyor, statü kazanıyor, hayran kazanıyor. fancluplar bile açılıyor adına. değişik...






sonra mesela, biri 35 kilo falan veriyor. başta onu yedim, bunu yemedim falan derken bir anda direksiyonu kırıyor tam tersine ve "diyet kişiye özeldir, benim yediğimi içtiğimi bırakın içinize yönelin, aynaya bakın ve kim olmak istediğinizi düşünün" vs. gibi kişisel gelişim kitaplarından arak cümleler anlatmaya başlıyor. ya yağdan, proteinden ne ara kişisel gelişime geldik, ben anlamadım vallahi?! arada bir yerde konudan koptuysam demek?! bu kadar laf salatasının ardından "devamı kitabımda" demeye başlamışsa, tecrübe satılacaktır demektir.




bilemiyorum altan bilemiyorum.....


bu tarz insanlara diyecek bir şey yok asıl sorun onları bu hale getirenlerde. evet, her insan hayatının belli başlı dönüm noktalarında "başardım" hissini yaşar. bu bazılarımız için üniversitedir, bazılarımız için spordur, sanattır, bazılarımız için anneliktir, bazılarımız içinse kilo vermektir. ve o heyecanla bunu herkesle paylaşmak istersin, bu da normal. ben de arin ile akran çocukları olan arkadaşlarıma danışıyorum ya da ne bileyim mesela igde bir arkadaşım var, çok güzel kilo verdi ve gerçekten yediğini içtiğini söylemeyerek, "farkındalık" olarak adlandırdığı bir kişisel gelişim yolunu takip ederek verdi kilolarını. kastettiğim bunlar değil. benim dediğim şu ki; uyanık insanlar çok fazla ve saf insanlar da çok fazla. üstünüzden para, statü vs. kazandırmayın. kimse kimseden üstün değil ve kimse üstün başarılar falan elde etmiyor.


ha bu arada...15 kiloyu nasıl verdim biliyor musunuz? içime döndüm, aynada olmak istediğim kadını hayal ettim, yemeği içselleştirdim....ahahahaa!! yok laaan akşamları yemek yemiyorum! açım oğlum açım ne içime dönmesi, iç mi kaldı allasen?!









20 Temmuz 2016 Çarşamba

arin bu aralar..

arin bu aralar pek komikleşti. konuşmaya başladı ya eni konu, tadından yenmiyor.


geçen akşam uyuturken döndüm elini tuttum "elimi tutma" diye çok düzgün bir şekilde çemkirdi.


dün banyo yaptırırken şampuan faslından nefret etti, "naposun ya naposun? kulaklalıma naposun?" diye çığrındı :)


geçenlerde gözüm mikrop kapmış, sabah bi kalktım açamıyorum. arin'i de aldım doktora gittim. neyse doktor baktı etti, sonra masasına oturdu biz de karşısındaki koltuklara. adam daha ağzını açmadan arin "ellerinize sağlık" dedi çat diye. koptuk :)


evin kapısını açıyorum eve giriyo "hoşbuuduuk" diye. sonra salona geçiyor "neyaba toovizyon" diye selam veriyor.


soku soku baçi baçi diye portekizce bir şarkı var, tatilde öğrendi. sürekli onu dinlemek istiyor.


bir anda kalkıyor ve hepimizi kaldırarak "hadi baasaaat" oynayalım diyor. sonra elele tutuşup dönüyor "baaasaaatalım ustaaa olmus ben saaataalım"


çok tatlı oldu çok..canım benim..


ben napıyorum bu aralar? son zamanlarda pek bir şey yaptığım yok..geçenlerde bir tiyatro izledim, sevmedim oyunu, anlatasım yok o yüzden..ama üzüldüm çok..


o yüzden, ben bu aralar hep arin'in baktığı yöne bakıyorum..



1 Temmuz 2016 Cuma

normal anneler gibi..

açtım bomboş yeni kayıt sayfasını öyle bakıyorum. bir sürü şey yazasım var..bir sürü kişiye sövesim var..ama enerjim yok bunu yapmaya..öyle ipleri kopmuş kukla gibiyim sanki..


facebooku açıyorum..hala ölen arkadaşlarımızın fotoğrafları düşüyor akışa..sonra ağlayanlar..sonra limanda yapılan anmanın videoları..ve bir de konfetiler! açılış yapmışlar, konfeti patlatmışlar, selfie çekmişler, bugün bayram demişler..üzülmemişler, o limanı kapatmamışlar, kıl payı kurtulan, arkadaşlarını toprağa verenleri tekrar orada çalışmaya zorlamışlar, kanları, parçaları, yıkıntıları şööyle bir süpürmüşler, insanları doldurmuşlar yine o alana, "hata bizde" dememişler, "suçluyuz" dememişler, "korumak görevimiz, koruyamadık" dememişler, arkalarından bir fatiha bile okuduklarını sanmıyorum..


ben bu haldeysem, alana gidip çalışmak zorunda bırakılan arkadaşlarım ne halde, düşünemiyorum..


geçen hafta tatildeyken arin'in akşam uykusu gelince aras ile onu pusetine atıp otelin etrafında turlamaya başladık. baya arkalara kadar yürüdük. karanlık ve ıssız yerlerdi, odalar falan boş, otelin duvarı, yanda yol..karanlık ya oğlan çabucak uyudu tabii..ertesi gün tekrar uyku saati gelince aras'a "sen keyfine bak ben 10 - 15 dakikaya uyutur gelirim" dedim. tek başıma turlamaya başladım. aynı ıssız tarafa gittim, karanlık ve sessiz arin rahatça dalar diye..sonra bir ürperti geldi bana, korktum o ıssızlıktan, baktım arin dalmış hemen geri döndüm aras'ın yanına..dedim ki "ya terör merör var, şimdi şurdan bir manyak girip tarasa bi bok yapamayız, öyle korktum ki arka tarafa gidince" aras, "bi daha yalnız gitme o tarafa zaten, buralarda ol" dedi. bir tatil köyündeyiz, aklıma böyle bir ihtimal geliyor, tatil köyünün güvenlikçileri falan da var ama benim aklıma böyle bir ihtimal geliyor ve kocama söylüyorum. ve genelde sakin olan ve son derece aklıbaşında olan kocam bu ihtimale saçmalama diyemiyor. çünkü bu ihtimal var! çünkü bir manyak gerçekten de gelebilir! çünkü ben saçmalamıyorum...


demin ekşisözlük'te de benzer bir başlık okudum. tunus'taki plaj saldırısı benzerini yapabilirler falan diyorlardı. bu ihtimal son saldırıdan bile önce aklımdaymış demek ki, bilinçaltımdaymış..ürperdim..düşünmek zorunda bırakıldıklarımızdan korktum..


ben bu hafta üç kişilik çekirdek ailemizin tatilini yazacaktım oysa ki..arin'in başta havuza nasıl çığlık kıyamet girdiğini, sonra balık gibi yüzdüğünü, atladığını, meymee suyuuu diye ortalığı ayağa kaldırdığını, mini discoda nasıl dans ettiğini, anne dediğin kişinin tatilini miniclup'ta geçirme zorunluluğunu yazacaktım..komik, tatlı, eğlenceli şeyler yazacaktım..hani dünyanın başka bir yerinde güzel bir ülkede yaşayan normal anneler gibi... içinde terör, güvenlik korkusu taşımayan, tek derdi çocuğunun yediği, yemediği olan anneler gibi... normal anneler gibi..


bu ülke ne zaman normal bir anne olmama izin verecek bilmiyorum?!

30 Haziran 2016 Perşembe

havaalanı

bugün sana havaalanını anlatayım istiyorum bilogcan..


ben eskiden havaalanında çalışıyordum. dış hatlar gidişte.


zevklidir havaalanında çalışmak. hele bir de yaptığın işi seviyorsan tadından yenmez. ekip olarak çalışırsın. vardiyaların vardır. her vardiyada aynı insanları görürsün. temizlikçisinden, müdürüne, güvenliğinden aşçısına kadar aynı insanlar, farklı şirketlerde de olsa seninle aynı vardiyayı dönerler. işe her gidişinde onlarca insanla selamlaşırsın yani. arkadaşlık da bir başkadır orada. neticede ailenden çok ekip arkadaşlarını, evinden çok havaalanını görürsün. hani bir laf vardır ya "birbirinin hayatına dokunmak" diye, orada ne dokunması, bodoslama dalarsınız birbirinizin hayatına. nikahın olacaktır mesela, tek tek davetiye dağıtılmaz, ofise panoya asılır davetiye, herkes içindir o davet, senin ekibinden olsun olmasın herkes içindir, herkes davetlidir. ailen olur oradaki insanlar, en yakınların...


vardiya başlangıç, bitişleri çok şenlikli olur. eğer vardiyan bitiyorsa sabırsızlanırsın, bir an önce devir alsınlar istersin seni. bir de başka ekiplerdeki arkadaşlarını görürsün o zamanlarda, iki çift laf edersin, günün özetini geçersin. vardiyan yeni başlıyorsa, hem "yine geldik başlıyoruz" diye serzenirsin, hem de heyecanla görev yerine koşarsın. devralırsın arkadaşlarını...


bir sürü insanla etkileşime geçersin gün içinde. bir sürü...yüzlerce...farklı yerlerden, milletlerden, kültürlerden dünyanın dört bir yanına seyahat eden bir sürü insan... bazıları seni neşelendirir, bazılarıysa öyle sinir eder ki tüm gün kalır o sinir üzerinde..artık her milletin insanının neye ne tepki vereceğini çözmeye başlarsın. mesela hintliler, bütün yolculuk hikayelerini sana anlatırlar en sonda da valizim nerde diye sorarlar, bunun geyiği bitmez iş arkadaşlarınla aranda.


iş arkadaşların çok önemlidir alanda. her anın onlarla geçiyor. beraber iki arada bir derede sigaraya kaçarsın, on dakikalık yemek molana koşarsın birlikte. servise koşarsın. hep bir koşturma...koşup durursun, uçağa koş, yemeğe koş, servise koş, takviyeye koş, bilmem kim yolcuyla tartışıyormuş, yardıma koş...koş..


mesai biter..ohh..seni devralan sana "iyi istirahatler" diler. çıkana kadar gördüğün herkes "iyi istirahatler" diler, sen de "kolay gelsin" dersin..


salı gecesi o arkadaşlarım çıkıyor muydu, yeni mi gelmişlerdi işe bilemiyorum. ama onlara o gece hiç "kolay gelmedi"...


iyi istirahatler arkadaşlarım, huzurlu istirahatler..

16 Haziran 2016 Perşembe

evlat

arin iki gündür ateşli. boğaz enfeksiyonu geçiriyor. ama neşesi, keyfi yerinde çok şükür...


o nedenle iki gündür kreşe gitmiyor.


bu sabah biz çıkarken uyuyordu. çıkmadan kocaman kocaman öptüm uyanmadı, istifini bile bozmadı :) sonra aklıma düştü, aras'a sordum "herkes çocuğunu bu kadar çok seviyorsa neden insanlar bu kadar rahat birbirlerini öldürüyorlar?"


aras "demek ki herkes bu kadar çok sevmiyor belki de?!" dedi..


gerçekten böyle bir şey mümkün olabilir mi? evladı daha az sevmek? evlat sevgisi ucu bucağı, tanımı, sınırı olmayan bir sevgi değil mi?


dünyadaki tüm cinayetler, savaşlar, kötülükler evlat sevgisiyle açıklanabilir mi bilmiyorum...belki insanoğlunun bencilliği en büyük sebep. herkes evladını aklını kaybedecek kadar çok seviyor ama herkes aynı şekilde bencil de aynı zamanda. bilmiyorum, bilemiyorum...


sonra fark ettim ki bugün berkin'in vurulduğu günmüş. annesinin içinin yanmaya başladığı günmüş. onu vuran, emri verenin de evladı var ve ben hiç sanmıyorum evlatlarını sevmediklerini. aynı benim gibi içleri titriyordur evlatlarına...ama benciller, çok benciller. ben başka türlü açıklayamıyorum kendime bu durumu...


karşımızdaki küçücük bir çocuk da olsa, kocaman bir insan da olsa ne farkeder, o da bir annenin evladı, kuzusu...bunu unutmamak bizi iyi bir insan yapacak.


Allah herkesin evladını korusun, herkesin yüzünü evlatlarından güldürsün.

14 Haziran 2016 Salı

sistem

hamileyken hamilelik zor geliyordu. doğum yaklaştıkça doğum zor olur mu olmaz mı düşünceleri vardı. doğdu, emzirme zor geldi, uykumun bölünmesi zor geldi, bu kadar küçük bir varlığın bana bu kadar muhtaç olması zor geldi...daha unuttuğum ve zor gelen bir sürü şey olmuştur, eminim.


şimdi düşününce aslında en kolay zamanlarmış. büyüdükçe zorlaşıyor ama zorlaşan çocuk değil, şartlar, içinde büyümek zorunda olduğu toplum, ayak uydurmak zorunda kaldığı sistem...ohooo yani, çocuk haricindeki herşey daha da zorlaşıyor.




önceden, yani anne olmadan önce, çocuk yetiştirmeye başlamadan önce, herşeyi dışardan gördüğüm zamanlar çocuk bakımının maddiyatla fena halde ilişkili olduğunu düşünürdüm. yani paran varsa ohoooo bir sürü çocuk bakabilirsin derdim. pek de öyle değilmiş işin aslı..


yani evet, bezdi, mamaydı, okul masraflarıydı, ihtiyaçlarıydı, oyuncaklarıydı, yemesiydi, içmesiydi bunlar hep para.




ama para herşeye çare olmuyor çocuk yetiştirirken.




göz ardı etmemiz gereken bir canavar var: sistem.




sistem paran olsun olmasın çocuğunu istediğin gibi yetiştirmene müsade etmiyor.


sistem diyor ki, herşey ateş pahası, hele okullar, kurslar, çocuğunun sosyalleşmesi için gereken herşey ateş pahası ve sen buna eve giren tek bir maddi kaynakla yetişemezsin, sen de çalış diyor.


çalışıyorsun, geleceği için, okul taksidi için, kendin için.




sonra bir bakıyorsun sistem önüne iki seçenek koyuyor: ya çocuğunu sekiz saat bir binanın içine hapsedeceksin ya da yarım gün gidebileceği daha uygun fiyatlı devletin açtığı kurumlara vereceksin.


ama aynı sistem bu arada sana diyor ki, minimum sekiz saat çalışacaksın ve istanbul gibi bir şehide git gel üç saat yol yapacaksın, toplamda hayatının 11 -12 saatini bana satacaksın.




al işte çocuk ortada kaldı! şimdi para bunun neresinde duruyor?! ben para vererek çocuğumla benim aramızda kalan 3 -4 saatlik açığı satın alabiliyor muyum? hayır!




çok uzun, çetrefilli bir konu aslında bu. tartışmanın faydası var mı ondan bile emin değilim?!


bu boktan sistemi döndürenlerin en tepesindeki en az üç çocuk diyor. hiç çocuklu kadını yarım sayıyor. halbuki bak tek çocukla ne kadar "tamam"ız bu sistemde! yersen....

24 Mayıs 2016 Salı

kreş

ohooo bir ay olmuş bir şey yazmayalı. hem yazacak bir sürü şey var gibi hem de yok gibi...


geçen gün bir arkadaşım çocuğunu kreşe göndermeyi düşündüğünü söyledi. ay dedim süper, gönder gönder, çocuk akranlarıyla takılsın falan dedim. neticede kreş aramaya başlamış. yok yemekler, yok aktiviteler, yok yeri, yok bahçesi vs. derken iyice bunalmış.


kreş aramak?!


arin 18 aylık olduğundan beri kreşe gidiyor. pedagog tavsiyesiydi ve gerçekten çok faydası oldu kreşin.


ancak biz kreş aramadık. yani düşününce, aramamışız. önceliğimiz eve yakın olmasıydı ve oyun grubunun olmasıydı, zira 2 saat falan gidecekti kreşe. ancak eve yakın kreşleri araştırdığımda nerdeyse hemen hemen hepsinin 2 yaş altında çocukları kabul etmediğini öğrendim. sonra bir gün kocca, arin ile evin civarında yürüyüş yaparken, arin'in şu an gittiği kreşi görmüş ve içeri dalıp anlatmış derdimizi. ertesi gün de gittik kreş müdürüyle konuştuk, anlaştık ve arin'i göndermeye başladık. önceleri günde 2 saat oyun grubu olarak başladı, iki yaşından sonra da sabah 7.30 öğlen 13.00 olarak devam etmeye başladı, halen de böyle. kahvaltısını ve öğle yemeğini kreşte yiyor, uykusu evde.


düşünüyorum da hiçbir şeyi sorgulamamışım ben kreş hakkında. istediğim her an gidip bakabilirim onda bir sorun yok. ama ne bileyim yemektir, içmektir, tv var mı, izletiyorlar mı hiiiiç sorgulamadım bunları. her ay başında bir yemek listesi geliyor, ordan aklıma gelirse takip ediyorum ne yiyip içtiğini, gördüğüm kadarıyla sebze ağırlıklı menüleri var.


şu ana kadar büyük bir sorun yaşamadık kreşle ilgili. gördüğüm kadarıyla arin de baya seviyor okulunu. ağlama, zırlama, gitmicemm falan yok, gayet dönüyor totosunu giriyor içeri :) sanırım çok çok aksi bir durum olsaydı anlardık çocuktan.


zaten öğretmeni de whatsaap ile falan fotoğraf, video gönderiyor, adam orada mutlu yani :)


benim kreşten tek bir beklentim vardı, öğretmenler ilgili ve dikkatli olsun ve bol bol oyun oynansın. öyle etkinlik yapsın, organik yemek pişsin, ingilizce öğrensin, obua çalarken aynı zamanda koşabilsin falan gibi beklentilerim hiç yoktu.


yani neticede, şimdilik memnunum durumdan. bir de şu kitap, süpriz ve oyuncak günleri atlamasam daha iyi olacak :)


diyeceğim o ki, henüz 2-3 yaşında çocuklar için bu kadar kapsamlı bir araştırmaya gerek yok. eve ya da işinize yakın olsun, güvenli olsun, öğretmenleri merhametli olsun ve bolca oyun oynansın yeter. eğitim hayatının ilk basamağı falan değil bence kreş, akranlarıyla gözetim altında vakit geçirdiği ve çokca eğlenmesi gereken bir yer. ayol ödev verilen kreşler bile varmış diye duydum! boku çıkmasa olmaz zaten!

22 Nisan 2016 Cuma

bayram

yarın bayram bitanem. sizin bayramınız, çocukların bayramı.


hani adını yeni yeni söylemeye başladığın atatürk var ya, bu bayramı o sizlere armağan etti.


büyüdükçe gerek okulda, gerek hayatın içinde adını çok duyacaksın. kim sana onu nasıl anlatacak bilmiyorum ama becerebildiğim kadar ben biraz nasıl anlatacağımı anlatayım istiyorum...


sana sığ bir şekilde çocukken tarlada kargaları kovaladığını söyleyecekler belki de..bense sana bu güzel çocukluk hikayesini 23 nisan çocuk bayramında, çocuk olmanın muhteşemliği eşliğinde anlatacağım. tarlada karga kovalayan çocuğun büyüyünce çocuklara bayram armağan eden tek devlet büyüğü olduğunu anlatacağım, bir yanının hep çocuk kaldığını anlatacağım..


kinayeli bir biçimde içki içerdi diyecekler. içerdi oğlum, insandı, keyifleri vardı..o sofralardan, o müziklerden, o yemeklerden keyif alırdı, kimbilir o sofralarda neler konuşuldu, ne kararlar alındı. ben sana 29 ekim cumhuriyet bayramında bir duble rakı, bir avuç beyaz leblebi, fonda vardar ovası ile anlatacağım o sofraları. beraber cumhuriyetimizi kutlayacağız..


başarısını küçümseyecekler, "ordu yaptı, o savaşmadı" diyecekler. 30 ağustos zafer bayramında o müthiş zaferi, başkomutanlık meydan muhaberisini anlatacağım sana. onun ne kadar iyi bir asker, ne kadar müthiş bir kumandan olduğunu anlatacağım.


belki de dedikleri tek doğru şey, gençliğini yaşayamadığı olacak. 19 mayıs atatürk'ü anma ve gençlik bayramında bir deniz kenarında onun bandırma vapuru ile samsun'a çıkarak kurtuluş savaşını başlattığını anlatacağım sana. bu ülkenin çocukları gençliklerini yaşasın diye savaş verdiğini anlatacağım, ve bu tarihi gençlere bayram olarak armağan etmesinin gençlere ne kadar çok güvendiğini gösterdiğini anlatacağım.


ağızlarından ateşler çıkarak "dinsizdi!" diyecekler. her 10 kasımda onun ruhuna dua ederken sana onun, "din Allah ile kul arasındaki bağlılıktır" dediğini söyleyeceğim. ezanı türkçe okuttuğunu anlatacağım, Kuran'ı türkçe tercüme ettirdiğini ve ücretsiz dağıttığını anlatacağım, hutbelerin türkçe verilmesini sağladığını anlatacağım ve en mühimi belki de, laiklik ilkesini anlatacağım, din ve devlet işlerinin neden birbirinden ayrı olması gerektiğini anlatacağım.


sana atatürk'ün devrimlerini, ilkelerini anlatacağım.


şu an ülkemiz bu devrimlerden uzaklaşıyor gibi görünüyor oğlum. ileride muhtemelen soracaksın "neden bir şey yapmadınız?" diye. insan olarak yapabileceğim birçok şey var ve yapmak için çabalıyorum inan. ama bir anne olarak yapabileceğim tek bir şey var oğlum, seni yetiştirmek. bu ülkenin düşünen, sorgulayan, sağduyulu, vicdanlı insanlara ihtiyacı var ve benim şu an elimden gelen seni bu değerlere sahip olarak yetiştirebilmek. umarım babanla beraber başarırız bunu.


bayramın kutlu olsun yavrum! bu bayramı kendi çocuğunla kutlayacağın günleri de gör..


seni seviyorum, çok....

15 Nisan 2016 Cuma

arin bu aralar..

arin konuşuyor yaa! eni konu konuşuyor işte, anlıyorsun ne dediğini :)


geçen gün iş çıkışı parka gittik. küçük bir kız sallanıyordu, salıncaktan inince arin sallanmak istedi. başladım sallamaya ama ufaklık tekrar binmek istedi. nasıl da şeker bir kız çocuğu...gülerek arin'i izliyor, ben de sürekli "arincim bak durunca in salıncaktan kardeş sallansın, küçük o" falan diyorum. arin azıcık mızırdandı ama kızın babannesi mi ananesi mi neyse o da tepemizde bekliyor, gerildim tabii. neyse sallamayı kestim, salıncak durdu arin de mucizevi bir şekilde indi salıncaktan. babası bizi almaya gelince ballandıra ballandıra "baaaak oğlumuz böyle böyle yaptı ama küçücüktü o çocuk, o da akıllı akıllı sırasını bekledi" falan diye anlattım. hani kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla manasında :) arin de durdu "ama ben de küçüğüm" dedi! ay içine oturmuş şapşikin! :) kıyamam bebeğim benim...o da küçük, evet :)


uyumuyor bu aralar. sanırım öğle uykusu fazla ve yeterli geliyor, akşama kadar ne kadar yorsak da uyumuyor. üçümüz beraber yatıyoruz, evet çocuğu olmayana çook romantik gelebilir ailecek aynı yatakta uyumak ama çocuğu olanlar anlamıştır sanırım, nasıl hem çok rahat hem de çok rahatsız bir uyku uyuduğumuzu geceleri :) dün gece bir anda uykusunda "eenerbahçeçe!" (fenerbahçe) diye bağırdı :) sonra "baba baba baba" dedi, sonra "gidelim" dedi. uyurken...kimbilir rüyasında ne görüyordu?! :)


favori kelimelerinden biri "yok". ne sorarsan sor önce "yok" diyor. "susadın mı arin?" "yok!" , "acıktın mı arin?" "yok" ama sofra kurulduğunu görünce masaya bizden önce oturuyor, yani inanmamak lazım :)


akşamları geç yatınca sabahları uyanamıyor tabii. oysa kreşe gitmek için uyanması gerekiyor. her sabah "bak oğlum gece geç yatarsan uyanamazsın böyle. bu gece erken uyu, tamam mı?" diyorum "tamam" diyor. "en geç dokuz buçukta yatakta olcaz, anlaştık mı?" diyorum "aaaalaaaştık!" diyor. akşam olunca zamanında gidiyor mu yatağa? tabii ki hayır. ne demiş atalarımız "tavuğun dötüne çocuğun sözüne güven olmaz!" :)


artık iki yaş krizleri midir nedir bilmem ara ara gelen krizler var...mesela, dışarıda yemek yiyemiyoruz, çünkü oturmuyor. gerçekten hiiiç oturmuyor ve bizi de kaldırmak istiyor. dün mesela dışardalardı, iş çıkışı yanlarına gittim bizimki bostancı meydanında koşturup duruyor, bizi de koşturuyor...bir çocuk daha vardı arin yaşlarında eline vermişler bir su tabancası uslu uslu oturduğu yerde oynuyordu, koşma vs. yok. ama bizimki ortalığı birbirine katıyor! yemek yiyelim eve gitmeden dedik, anında vazgeçtik, çünkü durmayacak, dolanmak isteyecek ve yemek bize zehir olacak. acaba bir çözümü var mı bunun? pusete binmekten de hoşlanmıyor artık, illa yürüyecek.


yarın iki buçuk yaş kontrolü var...ne ara büyüdü bu çocuk?!


çok seviyorum, çook! <3

5 Nisan 2016 Salı

çalışan annenin diyecekleri var!

merhaba, ben çalışan anne! hani parklarda bakıcısıyla/babannesi/ananesi ile gördüğünüz "ahhh yavrum anası bırakmış bunu işe mi gitmiş?!" diye dertlendiğiniz (!) kedi yavrusu (!) benim çocuğum!


şimdi...


"çocuğa iki yaşına kadar annesi bakmalı!"
"kadının yeri evidir, çocuğunun yanıdır!"
"ahh ahhhh anasına hasret büyüyor yavrucak!"
"kocan ne kazanıyor? çok mu ihtiyacın var çalışmaya?"
"mecburiyetten çocuğunu ellere bırakıyor da elin kapısına çalışmaya gidiyor!"


gibi gibi gibi saçma düşünceleri kafanızdan azıcık da olsa atabilirseniz size neden çocuğum olduğu halde çalıştığımı anlatacağım.


dinleyin -okuyun- bakalım...


şöyle başlayayım: evet, çocuğum benim herşeyim. bu dünyadaki en sevdiğim, en önemsediğim, uğruna dünyayı yakabileceğim tek varlık o benim hayatımda.


ve ben onu her gün bırakıp (!) işe gidiyorum, ne kadar acımasızca değil mi size göre?


anne olmak en sevdiğim sıfatım olabilir ama ben bir insanım. ve her insan gibi hayatımı idame ettirebilmek için paraya ihtiyacım var. ve bu ihtiyacım olan para kocamın ya da babamın ya da başka bir finansörün kazanacağı değil BENİM kazanacağım, BANA ait olan para. sizi bilemiyorum ama ben sırtımı kimseye yaslamak istemiyorum. çünkü bu kocaya, babaya sırtını yaslama hali gelecekte çocuğuna sırtını yaslamaya dönüyor, "onu ben büyüttüm bana bakacak o yaşlanınca", ben bu düşünceyi tasvip etmiyorum maalesef.


evet, oğluma güzel bir gelecek vermek, oğlumu feraha çıkarmak ben hayattaki en önemli gayelerimden biri, hepimiz gibi..ama şunu da itiraf edeyim ki, maddi açıdan baktığımızda bu, benim eve getirdiğim üç beş kuruş parayı zorunlu kılmıyor. babası da aslanlar gibi oğlumuzu feraha çıkarır, tek kazançla. hatta oğlumun ananesi, babannesi, dedeleri, dayısı, amcası hepsi hepsi takıldığı noktada destek olur oğluma. ve hatta, gözden kaçırdığımız en önemli nokta bu, OĞLUM KENDİ ZEKASI, KENDİ BAŞARISI, KENDİ ÇALIŞMALARIYLA da kendine güzel bir gelecek verebilir!


ben kendi geleceğimi garantiye almak için çalışıyorum aslında. ileride kendime ait küçük bir maaşım olsun istiyorum mesela. kendi kendimi döndürebileyim istiyorum, hani büyüklerimizin dediği gibi, kimseye yük olmadan hayatımı yaşayayım istiyorum. ve dolaylı olarak aslında çocuğumun geleceğini garantiye alıyorum. çünkü o da bizim gibi bu çarkın içine girecek, onun da bir ailesi, bir hayatı, öncelikleri olacak, ve ben, bir de "nolacak bu annemin hali?" diye beni dert edinmesini istemiyorum mesela. ona kendi hayatını verebilmek bence ona verebileceğim en güzel hediye.


bir de çalışan anne olmak sandığınız kadar "zavallı" bir durum değil. hani hep diyorsunuz ya çocuğunu 2-3 saat görebiliyor günde falan diye, siz de bir hesaplayın bakalım gününüzü. düşün 24 saatten uyuduğunuz, temizlik yaptığınız, yemek pişirdiğiniz, ev işi yaptığınız zamanları, kaç saatiniz kalmış geriye? ama dürüstçe hesaplayın lütfen.


biz sabahları üçümüz evden güle oynaya çıkıyoruz, babasıyla onu okula bırakıyoruz ve biz işlerimize gidiyoruz. ve ben bir kez olsun "sana çikolata/oyuncak almak için çalışıyorum" gibi hastalıklı cümleler kurmadım oğluma. hep "sen okula ben işe hadi bakalım" dedim, çünkü normali bu! çünkü ileride hayatındaki kadının çalışmasını mecburiyet olarak görmemeli, "çalışmalı çünkü çalışmak normaldir, kadın erkek fark etmez" demeli. desteklemeli, tıpkı babası gibi...


ev işlerine gelince. benim oğlum saçını süpürge etmiş, yemek yapmak için cebelleşen bir kadın görmüyor evde. mutfakta beraber çalışan anne baba görüyor, evi beraber toplayan anne baba görüyor. yani ev işlerine yardımcı bir erkek görüyor ve ileride bunun meyvelerini nasıl toplayacağız, bir düşünün. ben saçımı sadece oğlumun mutluluğu için süpürge etmeyi tercih ediyorum...


evet yoruluyorum, evet bölünüyorum, evet yetişemediğim zamanlar/yerler var, evet özlüyorum da ama benim hayatımın normali bu. hatta bence insanoğlunun normali bu. nasıl ki babaların ya da erkeklerin çalışıp çalışmaması tartışmaya kapalı bir konuysa aynı şekilde kadınların da çalışıp çalışmaması tartışmaya kapalıdır benim için. ha gel sistemi eleştir, günün yarısını çalışarak geçiriyorsun, yaşamaya, harcamaya vakit mi var falan de, onu tartışırım bak! ama kadın-erkek ayrımına indirgeme çalışmayı, hele anne - anne değil ayrımına hiç indirgeme...


bir de sevgili çalışmayan anne lütfen çocuğumla aramdaki bağı, onun  yetişme tarzını sorgulayarak, özgüvenli olmayacağını söyleyerek, parkta mahsun bakışlarla seni ve çocuğunu izlediğini ve daha bir sürü şeyi haddinde olmayarak dile getirerek belden aşağı vurma! alırım aklını şaşırırsın nasıl belden aşağı vurulurmuş!

16 Mart 2016 Çarşamba

güç..

mart ayındayız arincim..martın yarısı kış yarısı yaz derler. şu an hava buz gibi, kış olan yarısını tamamlamaya çalışıyoruz.


şimdi sana yolda gelirken gördüğüm çiçek açmış ağaçları anlatmak isterdim, kedilerin nasıl miyavladığını, en saçma yerlerde dahi açabilen papatyaları, sabahları artık kuş sesleriyle uyandığımızı, sahil günlerine ne kadar az kaldığını anlatmak isterdim...


ama dedim ya martın kış bölümündeyiz...


ankara..bizim başkentimiz. ben bir kaç kere gittim. biraz aklın ermeye başlayınca seni de götürmek istiyoruz babanla, hani yeni yeni adını söylemeye başladığın Atatürk var ya, onun kabrine götürmek istiyoruz seni, ilk meclise de götürmek istiyoruz. bunları bilmeni, öğrenmeni, gerçekten özümsemeni çok istiyor ve önemsiyoruz.


ankara'yı herkes sevmez. deniz yok ya içinde, biraz hor görürler. gri şehir derler. bozkırın ortasıdır, sakin bir memur şehridir, öyle anlatılır en azından. ben severim, belki de hep güzel bir arkadaşımı ziyaret etmek için gittiğimden sevdim ben ankara'yı..


ülkenin tam ortasında olduğu için, diğer şehirlere bağlantısı kolay olduğu için ve ülkenin ortasında olmasından dolayı güvenli olduğu için ankara başkent olarak seçilmiş.


güvenli olduğu için...


1923 yılında başkent seçilmiş ankara. güvenli olduğu için..


ve şimdi..son 6 ayda, tam olarak 6 ay bile değil, ankara'da 3. terör saldırısı oldu oğlum. 3! 3 kere içimiz yandı, 3 kere öldü insanlar..


zor bir coğrafyada büyüyorsun..özür dilerim ve ben, beni senden özür dilemek zorunda bırakanlardan nefret ediyorum.


büyü oğlum. sağlıkla mutlulukla büyü..ömrün boyunca tüm güzellikler yoldaşın olsun..büyü ve iyi bir insan ol..büyü ve dünya değişsin, güzelleşsin..


hepimizin içinde dünyayı değiştirebilme, güzelleştirebilme gücü var..ben bu yaşıma kadar ortaya çıkarmayı başaramadım..ama sen çıkar o gücü ortaya..kimbilir belki ben o gücü "sen" olarak çıkardım aslında!


seni seviyorum..seni aklının alamayacağı kadar çok seviyorum!

4 Mart 2016 Cuma

bir ilişki uzmanı olarak, ben!

tüm zamanların en meşhur sorularındandır: evlilik aşkı öldürür mü?


cevabı yok bu sorunun. evlilikten ve aşktan ne beklediğinize bağlı. haftanın birkaç en süslü püslü halinizle buluştuğunuz adam bir anda sizi suratınızda yastık iziyle görüyor ya da siz en yakışıklı haliyle buluştuğunuz adamı bir anda gözünde çapaklarla görüyorsunuz. aşkımın her hali bana güzel diyebilirsiniz, zaten kimse sadece dış görünüşe aldanıp evlenmez. ama işin içine bir ev sorumluluğu girince şöyle bir afallıyor insan. işte sanırım aşkın bittiği sanrısı buradan çıkıyor. hayatı her manasıyla beraber ele alıyorsanız bence bu devreden alnınızın akıyla çıkarsınız, aşk da dolu dizgin gider.


neyse. ne diyorduk?


evlenmeye karar verdiniz. tebrikler. çok heyecanlı bir gün sayma süreci. ama çok üzgünüm artık o muhteşem ilişkinizde iki kişi değilsiniz. iki adet anne iki adet baba, kardeş, görümce, kayınço, elti, yenge, meraklı komşu vs vs. bir sürü halinde yaşıyorsunuz ilişkiyi! herkesin hem ilişkiniz, hem müstabel eşiniz, hem tutacağınız ev, hem düğününüz, hem çeyiziniz, hem balayınız, hem bu süreçteki herşeyiniz hakkında illa ki bir fikri vardır demektir bu. birden ne kadar geniş bir aileye sahip olduğunuzu fark edersiniz!


sonra düğün olur, balayı olur, cicim ayları olur, kocişkoma kek yaptım, aşkıma çiçek aldım dönemleri olur ve bu "kalabalık ilişki" dönemini unutursunuz.


kocişkonuza kek yaptığınız ve aşkınıza çiçek aldığınız bir ara bir bakarsınız ki göbüşkonuzda bir bebişkonuz vardır!


nasıl deli bir mutluluk!


artık birlikte aldığınız tek sorumluluk bir evin çekip çevrilmesi değil, bir "can"dır. candan da ötedir, evlattır.


hamileliğiniz boyunca ailenizin ne kadar kalabalık olduğunu ara ara tekrar hatırlarsınız ama sanırım bu dönemde gizli bir sözleşme var, herkes sizin bu dönemin başbaşa geçireceğiniz son dönem olduğunun farkındaymışcasına pek elleşmez size.


asıl olay bebek doğunca..


bir kere lohusa kırk gün yalnız bırakılmaz inancı ve bebeğe iki kişi nasıl bakacaz paniğiyle evinizde sürekli insanlar olur. sadece iki kişi yaşadığınız ev bir anda dolar taşar. ve bu çok da kötü bir şey değildir, çünkü gerçekten çaresiz hissettiğiniz bir dönemdir ve eğer benim gibi şanslıysanız etrafınızdaki herkesin sizi ne kadar sevdiğini ve şımartmak için çabaladığını görür ve mutlu olursunuz.
sonra bebek yavaştan ortaya çıkmaya başlar ve artık bir düzen oturtmanız gerektiği gerçeğiyle karşılaşırsınız.
aha dananın kuyruğu burada kopuyor!
çünkü bebekli evde düzen oturmuyor!
artık fiziksel mi zihinsel mi yoksa ikisi birden mi bilmiyorum ama sürekli bir yorgunluk haliniz vardır. ve bu da ev ve diğer işlerle çok fazla ilgilenememenize yol açar. hele çalışan anneyseniz...bir de "iş" vardır bölünmeniz gereken.
işte çiftler en çok bu bölümde hırpalanıyorlar.
önceden tıkır tıkır işleyen bir düzen vardır (tamam pek tıkır tıkır olmasa da göze batmayan bir düzendir ve siz daha enerjiksinizdir bu düzende)
iki kişilik hesapsız bir hayatınız vardı, istediğiniz saatte uyandığınız, dışarı çıktığınız vs. şimdi ise düzen yok ama sürekli programlı olmak zorundasınız, neticede elinizde bir adet uyku saati, yemek saati, bok saati, püsür saati olan bir minik vardır ve sizin yaşam standartınız bu miniğin biyolojik saatinin tıkır tıkır işlemesiyle doğru orantıdadır.
bu arada siz kocanızın sizi anlamadığını, ne kadar yorgun olduğunuzun farkında olmadığını düşünürsünüz, kocanız ise düzene takmış ve düzen kurulmasının ne kadar mühim olduğunu düşünür ve neden kurulamadığını merak eder. ve her ikiniz de sonsuz haklısınızdır!
işte yazının başında bahsettiğim "kalabalık" burada çok ama çok önemli. aslında kalabalığın tamamı değil de bu kalabalıktaki iki tane kadın çok önemlidir ve onlar sizin ve kocanızın canıdır.
anneler!
eğer şanslıysanız, her ikisi de size bu düzen kurma yolunda sonsuz yardım ederler ve ağır aksak da olsa bir düzeniniz olur.
eğer şanslıysanız, evdeki tartışmalarda olaya tarafsız bakarlar ve sezarın hakkını sezara verirler.
eğer şanslıysanız, torunlarıyla vakit geçirmekten çekinmezler ve size tekrar bir çift olduğunuzu hatırlatan anlar verirler.


sizi bilmem ama ben son iki buçuk seneme baktığımda; üzüldüğüm anlar oldu, kırıldığım anlar oldu, kimse beni anlamıyor diye düşündüğüm anlar oldu, evet, ama totalde ben çok şanslıydım! herkes yardımcı olmak için çabaladı, anneler bir kere bile bir isteğimi(zi) geri çevirmedi. yangınlar oldu belki ama yangına körükle giden olmadı, çok şükür. Allah her ikisinden de razı olsun, ikisinin de hem benim hem oğlumun hem de kocamın üzerinde emeği büyük şu son iki buçuk yılda.


herkes çocuğun her evliliği azıcık ya da fazlasıyla ama illa ki sarstığını söyler. çünkü o güne kadar iki kişiydiniz ve bir anda ne kadar "kalabalık" olduğunuzu fark ediyorsunuz. aslında ne kadar geniş bir aileye sahip olduğunuzu..ve bunu yönetmek çok zor.


umarım siz de benim gibi şanslılardansınızdır. kendinizi şanssızlardan görüyorsanız, maalesef önerebileceğim bir çıkış yolu yok. ama duruma biraz uzaktan bakın ve konuşun. ne hissediyorsanız, ne hissettiriliyorsanız anlatın. başka türlü bir çözüm gelmiyor benim aklıma.


aşk güzel şey, aşık olduğunla evlenmek güzel şey, çocuk muhteşem bir şey ama bir de bu yanı var. herkese kolaylıklar! :)

25 Şubat 2016 Perşembe

ses kayıt cihazı

ohoo epey olmuş yazmayalı bilogcan..


nerden başlasak?!


arin baya baya konuşmaya başladı. ses kayıt cihazı gibi her lafı taklit ediyor. mesela benim sayemde çok güzel "ohaa" ve ".iktir" diyordu geçenlerde, neyse ki unuttu! evet, aynı zamanda balık hafızalı :)


yanında konuşurken oldukça dikkat etmeye çalışıyoruz çünkü cidden hemen kapıyor. bazılarını çok düzgün bazılarını ise kendine özgü bir dilde söylüyor. mesela yukarıda bahsettiğim iki küfürü çok düzgün söylerken "göbek"e "gögek" diyebiliyor :)


salonun ışığını açıp kapatıyor, "akııııç" "kapalı"


şişeleri kapıp getiriyor, "içiiiiym?"


kapaklı birşeyler buluyor, "açıyyym?"


yüksek bi yerlere oturmak istiyor, "otturttuy"


yemek bitiyor, "doooydum!"


topları görüyor, "pooot!"


beni görüyor, "aşııııaaaak!" <3


çok tatlı oldu len konuştukça, iyice ballandı :)


üç gündür eve geldiğimde boyunun eriştiği bir yerime (bacağım, göbeğim falan) muck diye bi sesle dudaklarını değdiriyordu. öptü mü öpmedi mi anlayamıyordum, sonra kucağıma alınca muck diye burnumu öptü! hemen babasına koştum "öpüyooo yaa vallahi öpüyooo öptü beniii!" diye çığırdım, tabii şahit olmadığı için inanmadı. sonra dün akşam yine eve gelince bacağımı öptü, "bak vallahi öpüyo bu çocuk, öğrendi" dedim. aras da kucağına aldı "öp oğlum babayı" dedi şak diye öptü babasının yanağından. şimdi aras ilk onu öptüğünü iddia ediyor, ben de ilk beni :)


çocuk büyütmek ne garip. yıllardır konuşuyoruz, öpüyoruz mesela artık bunları kanıksamışızdır diye düşünüyoruz ama hala bir insanın bütün bunları ilk defa yapışına şaşırıyoruz, seviniyoruz. aslında hayatımız boyunca yaptığımız her şey, geçtiğimiz her aşama ne kadar önemliymiş bilogcan, insan çocuğu başardıkça, yaptıkça anlıyor...

11 Şubat 2016 Perşembe

birdenbire

arincim canım..


bu aralar neden bu kadar koşturmaca halinde olduğumuzu ve neden bazı günler uzun süre ayrı kaldığımızı merak ediyorsundur. açıklayayım bebeğim..


geçen cuma günü birdenbire sadık dedeni kaybettik. aniden..sen daha çok küçüksün anlatsak anlar mısın bilmiyorum ama sanırım anlatmamamız en doğrusu şu an..ya da bilmiyorum..yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunun farkındasın ama aslında..


büyüyünce ölüm ile ilgili sorular sormaya başlayacaksın her çocuk gibi. ölenlere ne olur diye merak edeceksin. bir yerde sanırım bir blogda okumuştum; ölenler güzel anılara dönüşüyorlar oğlum..deden de bizlere güzel anılar bıraktı ve gitti..


çok fazla hatırlamayacağına üzülüyorum..onlara gittiğimize beraber tur atmaya çıkardınız bazen, bir de birlikte resim yapardınız, sen boyardın o yanında otururdu..bizim geleceğimiz zaman balık tutmaya giderdi, sen taze boğaz balıklarını deden sayesinde yedin oğlum..


hatırlamayacaksın, biz anlatacağız, öğreneceksin..


seni çok severdi, sana çok düşkündü, sen de onu çok severdin..bil oğlum..


Allah sana uzun, sağlıklı ve mutlu bir ömür versin kuzumm..

5 Şubat 2016 Cuma

aklımı tutamadım kafatasımdan uçtu uçtu!

gün geçmiyor ki evimizin henüz boyu bir metreyi geçmemiş sakini benim aklımı başımdan almasın!


hee, arin'den bahsederken dünyanın en uzun zincirleme isim tamlamasını kurdum :)


arinovski sabahları yeni bir huy edindi. sabah altı gibi uyanıyor, yatağından inip bizim yatağımıza geliyor ve yaklaşık bir saat kadar da bizimle uyuyor  (kalpkalpkalp)


ben yatağından her inişini parkenin çıtırdaması sebebiyle duyuyordum ancak bu sabah duymamışım. bir uyandım, ballı böreğim gelmiş yatağın yanına, benim elimi tutmuş cici cicii diye seviyor! ay bayılaaazaaam aklıma geldikçe!!!!! (kalpkalponmilyonyüzkerekalp)


şimdi anne olanlar erimiştir zaten ama anne olmayıp da bunu okuyan varsa şöyle tasvir edeyim nası bişi olduğunu:


hani sevgiliniz, içindeki romantik ölmeden önce sizi öpe koklaya uyandırırdı ya sizin de içinizde kelebekler meksika dalgası yapardı hani, heh işte yavrucuklarım o hissi onbişnbeşyüzmilyonsekizonaltımilyarkattrilyon ile falan çarpın yine de aynı hissi yakalayamazsınız, öyyyyle de muhteşem! :)


ya nası seviyorum belli değil! <3

25 Ocak 2016 Pazartesi

nostaljik pazartesi

ayşecimin önayak olduğu bu seriye bir türlü her hafta dahil olamadım ama bu hafta şeytanın bacağını kırdım. :)

aşağıdaki yazıyı 20.05.2013 tarihinde yazmışım. son derece hamile ve gıcıkmışım :) yine kopyala yapıştır yapıyorum..

göbüşlerimiz bebiş dolsun kocişlerimiz sevinsin.......

.....ve dünyanın geri kalanı da bizim göbeklerimiz hakkında söz sahibi olsun!

canın bi kaşık tatlı bişi ister..hemmen biri atlar "yeme onu yeme zararlı, şişersin" içinden okkalı bi siktir leen çekersin ve yersin..sinir olduğunla kalırsın..

göbeğin şiş olur tabii hamilesindir..hemmen biri atlar "aaa ikiz mi? ay çok şişmişsin ama!" ebenin der ve devamını içinden getirirsin..dörtbuçukuncu ayında karnını içine çekmek istersin..

biri gelir "nasılsın, nası gidiyo" diye sorar..sen de salaksın ve gebesin ya aklın da yarıya düşmüş ya iyiniyetli sanarsın "eh biraz midem bulanıyo bi de sıcaklar rahatsız ediyo" falan dersin..sana göre normaldir insan yapıyosundur neticede ama o aklıevvel der ki "aa dur bakalım bunlar daha iyi günlerin!" küfür bile edemezsin çünkü gebesin "daha ne gelecek naaan başıma?!" diye endişelenirsin..

biri gelir ayaklarını görür.."aaaa nolmuş öle senin ayaklarınaa!! ay tuz yiyosun di mi?! yeme kes hemmen kes! ayyy çoook fenaa!" der densiz! halbuki sen hamile diilken bile tuz yemezsin..günün oniki saatini dışarda geçirdiğin ve yorulduğun ve gelirken metrobüste ve trende ayakta kaldığın için ayakların şişmiştir..

saç boyatamazsın..andavalın biri gelir "ay ne kadar çok beyazın var yaa saklasana.." der..var amk var da sanane diye içinden bağırırsın..dışından da "öle ne yapalım" diye geçiştirirsin..doktora gidince ilk sorun saç boyatmak olur..

havalar ısınır..gerenzekalı biri gelir "ah aaah napcan sıcaklarda ne zor olcak senin işin de" der..inanırsın..kıçından şimdiden ter akar..

bebek erkektir.."aaa olsun ikinciye kız olur"derler..on kaplan gücünde hissedersin kendini hepsini döversin hayalinde..dışındansa gayet lakayıt bi şekilde "çok kız istiyosan sen doğur" dersin..sabrın bitmiştir artık bu söylemlere..

dert yanarsın "of ya şuram buram ağrıyo..bi de halsizim bugün.." karşındaki der ki "ah yavrum..olsun sen bunu bunu yapmaa ben gelcem eve gidince yat direkt" taparsın ona..annendir..

bi dert daha yanarsın "bu ne lan şeklim şemalim kalmadı..şiştim ve şişmeye devam ediyorum..yorgunluktan sana vakit ayıramıyorum..ev aldı başını gidiyo..çok çirkinleştim.." karşındaki der ki "yok öle bişi çok güzelsin..geçecek bunlar..az kaldı..beraber temizleriz evi..hadi gel dolaşmaya çıkalım..dondurma da alalım.." koccandır..sevgilindir..ölürsün..

neticede hamileyken iki kişinin kıymeti çok çok artar..geri kalanları sadece enerjini emer..küfür dağarcığını genişletir......

işbu yazı hamile kalmayı planlayanlara yazılmıştır..başınıza bunlar gelecektir kaçarı yoktur..ananıza ve kocanıza ve dötünüze güvenmiyorsanız bu işe hiiç kalkışmayın!

22 Ocak 2016 Cuma

galk!

bu aralar en arinço'nun en favori kelimesi "galk!". emir kipiyle.."anne galk!" "galk hadi!" (çocuk cümle kurmaya başlamış mı oldu şimdi?!)

vallahi abartmıyorum oturtmamacasına "galk" diyor. sürekli sürekli sürekli..hatta bazen o kadar gaza geliyor ki ben ayaktayken bile "galk!" diyor :) bir de elimden tutup çekiştiriyor artık nereye gitmek isterse..

değişik bir oyun anlayışı var sanırım..oturmamacasına oyun..

mesela, mutfağa giriyor kapıyı kapatıyor sonra açtığında ben "noluyo orda?" diye sesleniyorum kahkahalar atıyor. mutfak kapısının karşısında portmanto var, oturma yerine oturuyorum oyun bozuluyor "anne galk!" beni ayağa dikiyor ve ayağa dikileceğim yeri milimetrik olarak hesaplıyor, kıpırdamam yasak :)

evde kırmızı bir plastik arabası var, içine binip ayaklarıyla fred çakmaktaş gibi sürüyor. ona binince rahat ederdik zira bütün evi kendi kendine dolaşıp bize (yok lan ne bizi, bana banaa!) bulaşmadan bir on dakika oyalanırdı..artık yok öyle bir şey. arabaya binmeden önce geliyor "anne galk!" diyor elimi tutuyor, arabasına biniyor ve bir eli elimde diğeri direksiyonda o arabada, ben yanında yürüyerek evi turluyoruz. :)

sonra..bir de içinde eşya, hayvan vb. resimleri olan kitapları var. onlarla da çok oyalanırdı. beraber yere otururduk ben "hadi araba nerde göster" derdim, gösterirdi ama bu da değişti. şimdi benim, BENİM, parmağımı tutuyor, atıyorum, arabanın üzerine koyuyor "mu ne?" diyor, sonra da "abaaba" diye kendi cevaplıyor. beş dakika sonra "anne galk!" artık paşa gönlü nereye gitmek isterse. :)

acayip güzel kendi kendine yemek yemeğe başladı. kaşığa, çatala aldıklarını döküp saçmadan ağzına götürebiliyor, sıvılar da dahil (maşallah). yemeğini yiyor, mama sandalyesinden inmek için beni taciz ediyor, indiriyorum ve hemen "anne galk!" diyor, kendi yemeği bitince benimkinin de bitmesini istiyor.

şimdi "menimmmmm" demeler başladı. eline geçeni bağrına basıyor "meniiiim" diyor :)

ha bir de ben arin'i "annesinin kaymak oğlu", "annesinin tatlı oğlu", "annesinin bilmem ne oğlu" falan diye seviyorum, "annesini ooolu" demeye başladı :)

bana, bir tek BANA aşkım diyor! "aşıaaaaaaak" diyor! BANA DİYOR! AŞKIM DİYOR!

ben de akıl falan kalmadı....üç kuruşluk vardı, onu da bu zibidi aldı! <3


ters ekledim, ama bilmiyorum nası düzeltilir, siz bilgisayarınızı falan çevirin işte fotoğrafa göre, ne bileyim....

20 Ocak 2016 Çarşamba

ne 90larmış arkadaş!

eminim siz de görüyorsunuzdur, her yerde 90ları anan yazılar var. 90ların oyuncakları, filmleri, müzikleri falan. 90lar ile ilgili yazılar, "mutlu çocuklardık biz yeaa" hezeyanları, "90lar şöyle samimiydi böyle iç içeydik ah hiç kötülük yoktu" romantizmleri..ayy yazarken şiştim yeminle!

şimdi arkadaşlar evet, 90lar güzeldi ama bitti, 80ler de o yıllarda yaşayanlar için güzeldi, 70ler de, 60larda hatta yontma taş devrini yaşayan adam için cilalı taş devri milenyum gibi bişiydi sanırım ve onun bir önceki on yılı böyle tutkuyla andığından emin değilim..

ben 83 doğumluyum yani 90ları dibine kadar yaşamış nesildenim..güzel olarak hatırladığım birçok anı dışında gayet boktan olduğunu düşündüğüm anılar da var valla. nedir bu "ah herşey ne kadar basit ve güzeldi" romantizmi valla anlamıyorum?!

90larda sokakta oynardık diyorlar. evet, oynardık ve hala oynanabilen bazı sokaklar kaldı istanbulda. o sokakların yok edilmesine müsaade etmeseydin o zaman kardeşim, yapılan ilk fransız balkonlu, hilton banyolu eve taşınmasaydın, desteklemeseydin.

90ların dizileri şöyle iyi böyle güzeldi diyorlar. e güzeldi kabul, ben de bayılırdım süper baba geyiği çevirmeye ama yani o zaman öyleydi şimdi de gayet güzel işler çıkıyor. sabahın köründe kalkıp çizgi film izlerdik diyorlar mesela valla benim oğlan 2013 doğumlu ve sabahın köründe kalkıp çizgi film izliyor, değişen bir şey yok..

aslında bu konu hakkında yazmak istediklerim tam olarak bunlar değildi ama kendiliğinden çıktı..

anne olduktan sonra bu konuda beni rahatsız eden şey bambaşka bir şey oldu. mesela 90larda okula gittiğiniz zamanları hatırlıyor musunuz? hani annenizin ve babanızın ne olursa olsun daima öğretmeni haklı bulduğu zamanları? peki, daha da kötüsü, daima "elalem" denen çok kollu örgütün haklı olduğu zamanları? "sus sen çocuksun" diye susturulduğunuz zamanları? "o daha çocuk ne anlar" denilerek yanınızda yapılan münakaşaları, dedikoduları? "ay dur sen beceremezsin" denilerek elinizden alınan onlarca meşgaleyi? kendi seçimlerinizin olmamasını, oldurmaya çalıştığınızda karşınızda voltran gibi dikilen anne baba ve diğer akrabalarınızı?

ben hepsini hatırlıyorum. ki ben zamanına göre epey özgürlükçü bir ailede büyüdüm.

bizim neslin büyük bir problemi var bence. biz, bizden bir önceki nesil ve şu an arkamızdan gümbür gümbür gelen nesil arasında sıkışıp kaldık. o yüzden geçmişi bu kadar anmamız, referans almamız ama öte yandan da bir sonraki kuşağın düşüncelerine katılıyoruz.

bir önceki nesil evlenip çocuk doğurup evinin kadını olmuş ama bizden sonra gelen nesil "önce ben" diyor ve bunu çatır çatır uygulayabileceği adımlar atıyor. biz napıyoruz? annelerimize bakıyoruz "bizi o büyütmüş yetiştirmiş, okuldan eve gelince karşılamış aman ben de çocuğuma böyle yapmalıyım" diyoruz ve bırakabilen işi bırakıyor, çalışmak zorunda olan ise mutsuz mutsuz çalışmaya devam ediyor içinde hep çocuğuma ben bakacam umuduyla. şu an 20lerinin başında olan bizden sonraki nesil ise "olur mu çocuk da yaparım kariyer de" diyor mesela ve kendi mutluluğunu önemsiyor. "e onlar da haklı" diyor bizim nesil bu sefer.

sonra mesela yeni nesil "çocuğumun ne istediği önemli" diyor ve ona göre hayatını, eğitimini planlıyor, çocuğunun yeteneklerini keşfediyor, bunun için ciddi çaba sarf ediyor ya da henüz anne baba olmamışsa bunu planlıyor, adımlarını bunun farkında olarak atıyor. bizden önceki nesili anlatmaya gerek var mı? şu an bu yazıyı okuyan kaç kişi işletme mezunu mesela? evet bizim zamanımızda işletme okumak modaydı! ve evet, sevmediği istemediği bölümlerden mezun olduğu için günde asgari 8 saatini mutsuz bir şekilde "satan" nesil biziz!

"anamız babamız şöyle yaptı ama bak psikolojimiz bozulmadı" diyorlar. ben en çok kişisel gelişim kitabını benim akranlarımın elinde görüyorum hatta yazarları bile benden yaşlı değiller. hep arayış içindeyiz farkında değil misiniz? hep hep hep..şöyle mi olsa mutlu olurum böyle mi olsa?! gerçekten psikolojimiz çok sağlam kalmış!

annelerimiz kendilerini evlerine adamışlar. biz de öyle olacaz sandık, evlendik direkt giriştik yemek, ütü, temizlik falan. bizden sonraki nesile baktık herşey müşterek, ev işleri de! e hadi gel bunu kocana anlat, çünkü o da annesinden senin gördüğünü görmüş. ev işleri kadınındır, "e ama ben çalışıyorum, haftaiçi ondan farklı bir şey yapmıyorum ki? o da yardım etsin!" anlatabildin mi? eh yavaş yavaş anlatabilmeye başladı bizim nesil sanki ama inanın "eşim çok yardımcı evde" dediğimde hala uzaylı görmüş gibi bakanlar var, hele aras dışardayken arin ile birebir ilgilendiğinde bir sürü şaşkın bakış oluyor etrafımızda ve bu bakışların sahipleri bizim akranlarımız!

90lardan nerelere geldi yazı..çalakalem dedikleri bu sanırım. :)

neticede evet, 90lar iyiydi hoştu ama ardında arada kalmış, kafası karışık bir nesil bıraktı. kabul edelim artık..

14 Ocak 2016 Perşembe

çocuklar ölmesin..

ben taraf tutmuyorum..ben sadece çocuklar ölmesin istiyorum..

ben taraf tutmuyorum..ben sadece çocuklar anasız babasız kalmasın istiyorum..

ben taraf tutmuyorum..ben sadece içinde intikam ve öfke barındıran bir nesil yetişmesin istiyorum..

çok şey istiyorum..bu ülkeden, bu milletten çok şey istiyorum..

yazık.......

4 Ocak 2016 Pazartesi

2016'ya giriş

ay bilogcan yaşlılar gibi konuşcam ama bak yeni yıl dedik dedik 4 günü geçti bile!

yeniyıla evde beyim ve çocuumla girdim. güzel ve mutlu ve umutlu ve gerçekten pozitif girdim. o akşam gerçekten mutlu olduğumu hissettim ki uzun süredir böyle hissetmiyordum.

arinço kıyak geçti 21.30da uyudu. hemen çilingir sofrasını kurduk koccayla, yiye içe karşıladık yeniyılı. saat 12de sarıldık birbirimize ve şükrettim o an hala sarılınca kalplerimiz gümbürdüyor diye. 2015 o kadar zorlu geçti ki evliliğimiz açısından o yüzden artık çok kıymetli sarılmalarımız bizim. sonra da arin kuşumuzun odasına koştuk. o fark etmedi ama biz 12de onu öptük kokladık, onun adına güzel dualar ettik, dilekler diledik, onu çok sevdiğimizi fısıldadık kulağına.

iyi ki geldin 2016, benim umut etmeye ihtiyacım varmış, senin de güzel olmanı umut ediyorum....

tekrar iyi seneler hepinize! öptüm! :)