Sayfalar

24 Kasım 2017 Cuma

öğretmenler günü

arin'i büyütürken kendi çocukluğumu fazlasıyla hatırlıyorum. bazen gerçekten fazlasıyla...


travmalarımı da hatırlıyorum dolayısıyla. gerçi çocuk sahibi olana kadar bunların çoğunun travma olduğunun farkında bile değildim..belki de hala değillerdir ve ben abartıyorumdur.


bir ilkokul öğretmenim vardı. hayatınızda karşılaşabileceğiniz en kötü öğretmen. sınıfı fakirler ve zenginlere göre düzenleyen, zenginlere daima iltimas geçen, iki öğrenciyi gözdesi bellemiş saçma bir öğretmen. ve yeni mezun falan değil, senelerin öğretmeni...


bir keresinde köy ne demek onu öğreniyorduk. köye gidenlerin anlatmasını istedi. benim de babannemin akrabalarının yaşadığı bir köy vardı heh dedim onu anlatayım. anlattırmadı. köy bizim köyümüz değilmiş dıdımın dıdısınınmış. sonra gözdelerinden birini tahtaya kaldırdı, kız piknik için gittikleri köyü anlattı. köyü satın aldılarsa demek...


sonra beden dersinde tutturdu parende at diye. atamıyorum. hala da atamam. amuda da kalkamam mesela, kafamın daima yukarıda olması mühim benim için. at, atamam at, atamam derken ben bu kadına tokat attım. bak üzerinden 25 sene falan geçti hala pişman değilim.


biz çocukken öyle herkes takdir teşekkür almazdı, zordu yani. şimdi sınıfın kapısının önünden geçene veriyorlar. takdir aldım bi sene. zaten karneleri verirken takdir ve teşekkür alanları düğündeki takı çığırıcıları gibi tanıtıyordu. işte bunun gözdeleri yine almışlar takdirleri bu saydırıyor "x takdir, y takdir" sonra bir anda "pelin takdir" dedi. karneyi uzattı tam alacağım o kadar insanın arasında "dur ben bi daha bakim senin karnene emin misin" dedi. aldım takdiri. rezil olarak. takdir alamayacak kadar salak olduğum cümle aleme gösterilerek...


veli toplantısı yapardı. boşanan aileler için ayrı yapardı. daha el kadar çocukken kimin anası babası boşanmış bilirdik, kimin babası kapıcıymış, kiminki yöneticiymiş bildiğimiz gibi...


öğretmenler gününde çiçek getirirsen beğenmezdi. maddi değeri olmalıydı hediyenin.


okulu hiç sevmedim hayatım boyunca, hep nefret ettim. bu kadından da hep nefretle bahsettim. annemler bu nefretin farkında olmalılardı ama beş sene boyunca benim bu kadar nefret ettiğim bir kadına maruz kalmama engel olmadılar. çünkü öğretmen haklıydı hep, çünkü etim o kadının kemiği onlarındı, çünkü çocuk abartırdı, çünkü civardaki en iyi öğretmen oydu ve beni onun sınıfına yazdırmak için çok uğraşmışlardı, çünkü ben çocukken "travma" henüz keşfedilmemişti, çünkü çünkü çünkü...


sonraki senelerde bir sürü öğretmen tanıdım. hiç birini sevmedim. sevgiyle bahsettiğim tek bir öğretmenim bile yok. okul yıllarımın tek bir gününü bile özlemiyorum. bazen kabuslarımda tekrar okuduğumu falan görüyorum. sosyal medyada tanıdıklarım dışında tek bir öğretmen arkadaşım bile yok.


arin yukarıda saydıklarımın bırak onda birini, binde birini bana anlatsa, cümle içinde geçirse, ima etse hemen müdahale ederim. umarım karşısına hep iyi öğretmenler çıkar...


biliyorum bir yerlerde iyi öğretmenler de var. sosyal medyada arkadaş olduklarım var, nuriye ve semih var, haksız yere mesleğinden olan ama yüreği mesleğinin aşkıyla atan öğretmenler var. onların günü kutlu olsun ve mesleğinden ayrı düşenler bir an önce mesleklerine, öğrencilerine kavuşsun.


ancak benim ilkokul öğretmenim gibi olanlar umarım mesleği bırakmışlardır..

7 Kasım 2017 Salı

düdük 4 yaşında!

arin 11 ekim'de 4 yaşına girdi ve ben yazmamışım!




doğumgününü okulda kutladık. akşam da yemeğe gittik ve yemek sonrası gittiğimiz bir bar/cafe'de yine kutladık ahahaha :) çocuum 4 yaşına gece hayatıyla girdi :)




109 cm ve 18.700 kiloluk küçük adamım sen çok yaşa! iyi ki varsın! iyi ki annenim! seni aklının alamayacağı kadar çoook seviyorum!! ♥



1 Kasım 2017 Çarşamba

zamansal sayıklamalar..

arin çok uzun süredir kreşe gidiyor biliyorsunuz. önce günde 2 saat oyun grubu, sonra yarım gün sonra da tam gün gitmeye başladı. henüz 24 saat çakacak bir kreş bulamadığımız için tam gün gitmeye devam ediyor :p


neyse..


ilk zamanlar ağlama falan oldu tabii ufak tefek ama hiç "gitmicem krizleri" ya da başka majör problemler yaşamadık kreşle ilgili. e bir de üçümüz aynı anda evden çıkıyorduk, sanırım arin'e doğal geliyordu o yüzden. zaten hiç arkamızdan ağlayan bi bebek de olmadı.


ben avrupa yakasında çalışırken, çalıştığım şirketin anadolu yakasındaki fabrikasına geçiş yaptım 1 sene kadar önce. tabii düzenimiz değişti. artık ben, hem aras hem de arin uyurken evden çıkıyorum, çünkü mesai saatlerim de değişti. arin'i babası okula bırakıyor, ben akşam alıyorum. düzen bu..


ama şu lanet istanbul trafiği beni mi takip ediyor ne halt ediyorsa yine buldu beni! ya daha önce kıta değiştiriyordum, köprü trafiği çekiyordum, geç geliyordum. evim ve işim aynı kıtada oldu, şimdi de saçma bir e5 trafiği başladı! ve bu trafik hemen hemen 2 aydır öyle bir arttı ki benim servisten iniş saatim neredeyse 20 dk kadar attı! şaka gibi..


bu durumda arin okulda son kalan çocuk oluyor. okul akşam 7ye kadar açık ve ben yediye çeyrek kala falan alabiliyorum arin'i. tabii bütün çocuklar çıkmış oluyor. zaten annesi çalışan çok az çocuk var okulda..sabah da 8e doğru bırakıyor babası, yani çook uzun bir süre okulda oluyor. son zamanlarda "yarın okul var mı?" diye sormaya başladı. var dediğimizde pek ses etmiyordu ama bir kaç kere "ya of siz de hep var diyorsunuz" diyor. sonra cumaları "yarın haftasonu arincim" dediğimde aşırı seviniyor. ama öte yandan okulda çok eğleniyor ve okulu sevdiğini de söylüyor. ama sanki sıkıldı. ya da süre gerçekten çok uzun..başka bir çaremiz de yok ki..


okulu el değiştirdi ve on numara oldu bu değişiklik. arin de baya motive bu konuda. daha önce epey şikayetçi olduğumuz konular vardı, ancak şimdi tam bizim istediğimiz gibi bir çizgiye geldi. yani hala şikayetçi olsaydık ve ben arin'in okulunu değiştirme konusunda kararlı olsaydım valla fabrikanın olduğu ilçeye taşınırdım ve eve daha erken gelirdim. ama şimdi okul konusu elimi kolumu bağlıyor, çünkü alıştı, çünkü arkadaşlarını seviyor, çünkü öğretmenlerini seviyor, çünkü çünkü çünkü..


ben aslında bütün bu "zamansal" sorunları beynimin gerilerine atmıştım ama arin geçen akşam onu okuldan aldığımda eve yürüyene kadar "lütfen beni en son alma anne" diye ağladı. kafam allak bullak..ertesi gün de sona kalmıştı ve sorun etmedi ama o akşam etti..ve şu an tek düşündüğüm her akşam yarı loş bir okulda tek başına öğretmeniyle boynu bükük bir şekilde beni beklediği..off......


lütfen bırak işi evde otur demeyin, zira asıl sorun benim çalışmam değil, dolasıyla çözüm de bu değil..

8 Eylül 2017 Cuma

"her şekilde" çocuklu tatil

arin ile bu yaz hem her şey dahil, hem butik otel gezmece görmeceli hem de anane - dede yazlık evli tatil yaptık.


yani her şeyi bir yaz içinde deneyimledim. artık bu konuda en çok bana soracaksınız ahahaha..


yaz başında her şey dahil konseptli bir tatil yaptık. geçen yaz gittiğimiz otele gittik, risk almak istemedik hem çok rahat etmiştik hem de bu sefer arkadaşlarımız da yanımızda olacaktı ve onların da 3.5 yaşında bir oğulları vardı. bildiğin yer en iyisidir böyle bir durumda..


aynı yere gittiğimiz için arinço yabancılık çekmedi ve en güzeli de animasyon ekibi değişmemişti zira geçen sene kids cluptan sorumlu ablayı arin de biz de çok sevmiştik. valla o kız her eve lazım, ben bu kadar çok çocukları seven başka bir insan görmedim!


sanırım tatillerde rahat etmemi arin'e kolluklarıyla tek başına havuza atlama ve merdivenlerden çıkma özgüvenini vermeme borçluyum. havuza atladı ve çıktı, atladı ve çıktı, diğer havuza koştu atladı ve çıktı sonra biraz yüzdü ve en son kaydırağı keşfetti! kaydırak bence 10 yaş ve üzeri çocukların ve yetişkinlerin kayması için uygundu, uzun sayılırdı ve havuza yumuşak bir inişi yoktu. beraber kaç kere o kaydıraktan kaydık ben sayısını bilmiyorum. ama fena eğlendik.


öğlen uykusu mutlaka uyudu çünkü sabahın köründen itibaren havuzdaydık ve çok yoruluyordu. denize giremedik maalesef çünkü çok dalgalıydı ve su ısınmamıştı henüz, arin pek hoşlanmadı. e bi de bütün eğlence havuzun etrafındaydı..


akşam yemeğinden sonra illa mini discoya katıldı. bu sefer dans etti, geçen sene kenarda oturup izlemişti..dans etti etmesine ama tek bir şartla: benimle birlikte! evet arkadaşlar mini discoda çocuklardan bile daha çok eğlenerek dans eden o koca dana bendim! ve bence "aram zam zam" çok başarılı bir şarkı! yazın hiti!


yani işte her şey dahil..değişik ne olabilir ki..her gün bir öncekinin aynısı..sabah kalk, kahvaltıya git, havuza git, öğlen yemeğe git, havuza git, odaya git, yıkan paklan akşam yemeğe git, mini discoda hopla, çocuğu uyut, çocuk pusette bara geri dön, keyif içkini iç..bence gayet iyiydi. ve bence biz arin ile tatillerde bir başka uyumlu ve eğlenceli oluyoruz :)






kurban bayramı tatili başlamadan bir de muğla / dalyan'a gittik. bizim aras ile daha önce iki kere daha kaldığımız bir butik otele. otelde müzik ya da açık büfe gibi, arin'in önceki tatillerinden alışık olduğu şeyler olmadığı için biraz tedirgindim. ama yine de zorluk çekmedik. bu sefer farklı olarak arin'in babannesi de bizimleydi ve bizim yan odamızda kaldılar. bunu da sorun etmedi. havuz yoktu, denize gitmek için ya arabaya ya da tekneye binmemiz gerekiyordu. sadece ilk bir kaç gün akşam yemeğinden sonra "anne hadi dans edelim!" diye tutturdu :) alışkanlık..






iztuzu plajına ve sarıgerme plajına gittik. acayip dalgalıydı su, hatta can kurtaran bir ara düdük çalış milleti sudan çıkarmaya falan çalıştı iztuzu'nda. ama arinço dalgalardan hiç ürkmedi, üstlerine falan atladı. çok komikti, dalga geliyor bizimki üstüne atlıyor dalga bunu 3 metre götürüyo 5 metre getiriyo falan. aras ile benim de korkmamamız arin'e cesaret verdi bence.




sonra, toparlar şelalesi diye bir yere gittik. otoyoldan sağa saptık, toprak bir yola geçtik ve yolun bir yerlerinde bırakılmış arabalar bulduk ve biz de arabayı bıraktık. bundan sonrasına katırlarla devam edecez..edemedik. ortada katır dahi yok. başladık dağ tepe yürümeye. arin'in gıkı çıkmadı! bir 20-25 dk yürüdükten sonra şelaleye ulaştık. kayalardan aşağıya inerek şelaleye ulaştık. havuz gibiydi şelalenin aktığı yer. bir de tahminimizden kalabalıktı. insanlar nevalesini alıp gelmişler, tecrübeliler demek. baya yüzdü arin orada da, buzz gibi suda.


bir başka gün de yuvarlakçay diye bir yere gittik. biz geçen gelişlerimizde de gitmiştik ve çok beğenmiştik. restoranlar var sıra sıra, biz en tepedekine gidiyoruz hep. on numara yemek ve fazla oksijenden bayılış! restoran suların üzerine kurulu, buz gibi dağlardan inen kar suyu ve üstlerinde salıncaklar falan var. ayağımı soktum, yetti valla. :) park da yapmışlar, bizimki parktan çıkmadı, biz de parkın yakınındaki bir sedire (sedir şeklinde yer sofrasında yiyorsunuz) oturduk, çok keyifliydi.


yuvarlakçay




başka bir gün de sarsala koyu'na gittik. nasıl bir yolu var anlatamam.."ohaa manzaraya bak!" diyerek çıktığım yola, keskin virajlı, korunaksız ve dar dağ yolu yüzünden koltuğa mıhlanmış şekilde "Allah'ım nolur bitsin!" diye dualar ederek devam ettim. koya varır varmaz da tüm ekibe "iyice tadını çıkarın buranın, bir daha tekne olmazsa hayyatta gelmem" dedim! koy muhteşem deniz gayet iyi..dalga yoktu, arin'i daha rahat saldık ortama. ama manzara iyiydi hakikaten..


bir de göcek koylarında tekne turu yaptık. henüz arin'e hamileyken yüzmüştüm o koylarda ve arin de yüzsün diye dilemiştim hep. anlatmaya gerek var mı? baya iyiydi..arin'e koydan koya geçeceğimizi anlatmak biraz zor oldu ama sorun çıkarmadı. en çok bedri rahmi koyu'nu göstermek istiyordum, ama uyuyakalmıştı o koya vardığımızda, kısmet..ama ne yüzdük....


aa bi de azmak'a gittik, orada da nehir üzerinde tekne turu yaptık. arin yüzemeyeceğine bozuldu, ben de! yüzmeli turlar sabahtan oluyormuş :/


öğle ve akşamları uyuması için hiç baskı yapmadık. öğlenleri ordan oraya transfer olurken arabada, teknede falan uyudu. akşamları da genelde 10:30'da falan uykusu geldi, ama dediğim gibi uyku saati falan diye darlamadık. kafasına göre takıldı. dönünce düzeni falan da bozulmadı çok şükür..






sanırım blog tarihimin en uzun yazısını yazıyorum ama bodrum'u da anlatayım bir nefeste de başlık eksik kalmasın hiç olmazsa :)


3 gün de bodrum/gümüşlük'e devam ettik biz tatile, aras ve annesi istanbul'a döndü bizi bırakıp. benim annemler gümüşlük'te yaşıyorlar. yani ev tatiliydi bu sefer ki..geçen seferker zorlanmıştım bu tarz tatilde çünkü arin'i oyalayamıyordum. ancak bu sefer büyüdüğünden mi ne, gayet rahat geçti. gümüşlük'ten pek çıkmadık çünkü bodrum mahşer yeri gibiydi. ancak deniz kötü diye akyarlar'a gittik denize ve çook güzeldi..a bir de arin oyuncak diye tutturduğu için turgut reis marina'ya gittik ve ben günler sonra medeniyet gördüm! (beyaz yakalı dramı; medeniyet = avm!)


gümüşlük




bu üç türlü tatilden hangisi tercih ederim derseniz. çocuk büyüdüğü için üçü de keyifli, bence uyum açısından hiç bir sorun yok. her şey dahil rahat çünkü tek bir yerdesiniz ve her şey elinizin altında. oradan oraya transfer yok, günler rutin. butik otel, gezmece görmeceli tatilde gezip görmek güzel, biraz daha yorucu ama eğlenceli ve ufuk açıcı. çocuğunuz uyumluysa on numara bence. ev tatili ise rahat, neticede ev ortamı, yayıl yayılabildiğin kadar. e bir de nazınızın geçtiği insanlar varsa süper.


aslında şunu fark ettim. çocuk açısından hiç bir farkı yok hepsinin! çocuk sadece eğlenmesine ve günde kaç top dondurma yiyebileceğine bakıyor! yani siz keyif aldığınız sürece ve çocuğunuzun " çocuk" olduğunun, arada mızırdanabileceğinin, rutinlerinin değişebileceğinin farkında olduğunuz sürece no problem! çoğunluğun aksine tatilde erken kalkmak beni rahatsız etmez, şuursuzca dondurma yiyebilirim ve denizden ve havuzdan çıkmak istemem, tıpkı arin gibi :) o yüzden biz tatilde hiç de fena bir ekip olmuyoruz. :)

17 Temmuz 2017 Pazartesi

zorlama yazı 💨

epey ara vermişim yazmaya..son zamanlarda neler yaptık?


tatile gittik geldik. arin ile tatil çok keyifli ve çok rahat oluyor, valla ciddiyim. nazar değdirenlerin berbat geçecek tatili dahi olmasın! 😈


bu sefer arkadaşlarımızla gittik. iki adet 3,5 yaş oğlan çocukuyla. valla iyiydi ya, çabuk bitti. çocuklar ne yolda ne tatilde sorun çıkardı, keyifliydi :)


valla bilogcan farkında mısın bilmem ama resmen zorluyorum kendimi tatili yazmakta. yani ne olmuş olabilir ki? yedik içtik kaydıraktan kaydık havuza girdik yattık uyuduk uyandık aynı döngü x7 gün işte..çocuğum da büyüdü, öyle tavsiye falan da veremicem. ayrıca on numara beş yıldız bir oğlum olduğundan yolda çocuk oyalama taktikleri falan da veremicem. uzun yolda dinleniyorum ben, o kadar söyleyeyim. (kıçınızı falan kaşıyın da nazar değmesin!)


geri kalan her şey rutin. biz işe arin okula...


a bu arada, arin yüzme işini iyice kıvırdı aslında. hatta kendini kolluksuz havuza attı. çığlık kıyamet koştum havuza, aa bi baktım suyun yüzünde köpeklemeye bağlamış. kenardan kollarımı uzattım tut elimi dedim, yüzdü. ama kollukları kendi iradesiyle çıkarmayı istemiyor hala :)


ya bi de babasıyla bir oldular bana koca kafalı diyorlar. bana bana biricik pelinlerine! hayır kafam kocaman değil, arin'e komik geliyor bana öyle demek! eşşek kafalı nolcak?!


öptüm!

25 Mayıs 2017 Perşembe

manyaklık..

arin'i çok özlüyorum bu aralar. durmadan yani, sürekli yan yana olsak istiyorum. mesela arin olmadan bir yerlere gidesim yok, 24 saati onunla geçiresim var hep. nisan ayında işten bir hafta izin almıştım ve sürekli beraberdik, hatta aras iki gün iş gezisindeydi, tam anlamıyla başbaşa da kaldık ama yok, yetmedi sanki...Allah ayırmasın, ne diyeyim, amin..


bebekliğini düşünüyorum bazen. sanki o günler hiç geçmemiş gibi..olmamış gibi yani. şu anki hali kanlı canlı bu kadar karşımdayken öncesini hatırlamak öyle zor geliyor ki...


geçenlerde bir arkadaşım bebeğinin diş çıkardığını ve huzursuzlaştığını söyledi. biz hiç arin'in diş çıkardığını anlamadık. ilk dişini kaşık çarpınca bir de beni emerken ısırınca anladık, sonrakileri hep doktor kontrolünde öğrendik. ateş falan da olmadı pek, ya da ben hatırlamıyorum, ama zorlayan bir durum olmadı..çok şükür. sanırım artık dişler tamamlanmıştır..ön dişlerinin arası ayrık, şanslı - kısmetli olur diyorlar, ahh, inşallah..


bu arada tuvalet eğitimsizliği meselesi çözüldü. bitti yani, bez gitti..çok şükür :) öyle pek kaza da yok, valla zor oldu ama tam oldu sanki..tahtalara vurun kıçınızı kaşıyın :)


okula tek bir oyuncak götürme hakkı var. şimşek mcqueen'leri var ve bunlardan dördünü takım etti kendine, katiyen ayırmıyor...dedik oğlum bi tanesini götürebilirsin, "tamam" dedi tabii ne diyecek. ama ne demiş atalarımız "tavuğun dötüne çocuğun sözüne güven olmaz!" ertesi sabah babasıyla okula gitmeden önce "hepsini götürcem" diye diretmiş. babası da "bir tanesi" demiş. neyse, bir süre inatlaştıktan sonra kırmızı olanı babasına vermiş çantaya koyması için. sonra aras bir bakmış diğerleri ceplerinde! suya götürüp susuz getirecek aklınca, eşşek sıpası!


ay ne anlatıyodum bilogcan? işyerinde blog bu kadar yazılıyor işte, araya milyor tane şey girdi ben unuttum anlatacağımı da...


neticede arin çok tatlı. bazen bakıyorum, biz mi yaptık len bunu diyorum :) hele karşımda kanımla canımla beslediğim bu kadar güzel bir varlık görünce, benden böyle bir şey çıktı benim kesin müritlerim olmalı diyorum!


annelik manyaklıkmış, anne olunca anladım....

19 Nisan 2017 Çarşamba

bu aralar....

ohoo baya olmuş yazmayalı sanki...


arin'e yine yeni yeniden tuvalet eğitimi veriyoruz. ya bu işin başka adı yok mu?! ailecek amonyak kokusundan kafamız güzel geziyoruz bir süredir. bir gelişme var mı? yok gibi, var gibi...kakasını tuvalete yaptı bir kaç kere. sanırım çişten önce kakayı hallederek tuvalet eğitimi işinde çığır açacağız. çişini ise altına yapıyor. okulda ve dışarda yapmıyor. okulda yapmaması büyük sorun çünkü tutuyor. sanırım strese girdi bu konuda. neyse darlandım bu konudan...


çok güzel gider yapıyor. "of anne tamam sus!" bayılıyor istemediği konu konuşulduğunda bu cümleyi kurmaya! :s


geçen gün uçağı ile oynuyordu. diyalog aynen şu:


+ hadi jett oynayalım
- tamam oynayalım (burada sesini değiştiriyor)
bir kaç uçak efekti sonrasında,
+ hadi jett oynayalım
- oynuyoruz ya işte! (sinirli)


ahaha harika monolog! :d


14 nisan 2017 günü ilk defa sinemaya gitti. şirinler filmine. 3 boyutluydu film o yüzden ya korkarsa diye korktum ancak baya ilgiyle izledi. son 20 dakikası falandı karanlıkta uykusu geldi, çıktık. ama 3d gözlükleri yaklaşık üç gün boyunca biz artık yeter diyip saklayana kadar çıkarmadı! adamın mantığı ya hep ya hiç!


geçen hafta full izinliydim. yani o meşhuuur "çalışmayan anne yoktur evde çalışan anne vardır!" argümanını deneyimleme fırsatım oldu. çalışmayan anne vardır, çalışan anne izin alınca çocuğunun huyu değişir, okullu okuluna işli işine arkadaş! ayrıca evde farklı bir iş de yapmadım ve gündüz vakti koltukta beş dakikalığına bile olsa ayaklarını uzatmak şahane bir şeymiş, kıymetini bilin. ayrıca inanın çalışanlar kadar (kadın/erkek fark etmiyor) yorulmuyorsunuz. neyse, bu konuda toparlayıp bir şeyler yazasım var zaten, uzatmayayım...


aslında her gün arin ile ilgili kaydadeğer bin tane şey oluyor. normal insanlara sıradan gelen bize muhteşem gelen bin tane şey. insanın çocuğuyla sohbet etmesi ne şahane bir şeymiş...her ne kadar "off anne sus tamam!" dese de muhteşemmiş! kimse benim ağzımı bu muhteşemlikte kapatmamıştı bugüne kadar :p


bu yazıyı bir gün arin okursa, bundan sonrası onun için...


arin'im canparçam..sen bir cumhuriyet çocuğusun! atatürk çocuğusun! iktidarlar, başkanlar gelir gider, hatta ülkeler parçalanır gider ama bu gerçek değişmez! ilerde sen bu blogu okurken buralar ne halde olur bilemem. ama şunu bil ki; sen, dünyanın en zeki, en güçlü ve en "insan" devrimcisi tarafından kurulmuş bir ülkede doğdun!


ben ne zaman umutsuzluğa düşsem, senin baktığın yöne bakıyorum oğlum...iyi ki varsın..seni çok seviyorum!

17 Şubat 2017 Cuma

minimaliz minimalsiniz minimaller

başlık tekerleme gibi oldu. minimal kelimesine sizi daha başlıktan yabancılaştırdıysam kusura bakmayın zira bu yazı kafamdaki gibi akarsa, daha bu kelimeyi çok okuyacaksınız demektir.


konumuz minimalizm! aka; sadeleşme! aka; tüketmeme!


her ne kadar şirketimin plazadaki genel müdürlüğünden kendi isteğimle fabrikasına geçmiş olsam da, hala önüne gelen her kişisel gelişim makalesini okumasa da sağdan soldan duyan bir beyaz yakalıyım.


öncelikle baştan söyleyeyim. ben hiç kişisel gelişim kitabı okumadım, hiç de ilgi alanıma girmedi bu kitaplar, çokca saçma buldum, dalga geçtim - yani bir ferrarim olsa satmazdım, asfaltın tozunu attırırdım...bu yüzden neandertal olduğumu düşünen varsa, çarpı işareti ekranın hemen sağ üst köşesinde...


bir sadeleşme modası geldi gidiyor farkındaysanız. tasını tarağını toplayan kırsala kaçıyor, kaçamayan kaçmanın hayalini kuruyor. minimum eşya ile maksimum yaşama, etini sütünü yumurtanı kendin yetiştirme, mecbur kalmadıkça alışveriş yapmama falan filan. yani ihtiyaç dahilinde tüketme...


başlarda ilgimi çekti. çünkü ideolojik olarak zaten kapitalizme karşıyım ve dünyanın en cimri, parasını harcamaya kıyamayan insanlarından biriyim!


internetten araştırmaya başladım. işin raconunun şehri terk etmek olduğuna karar verdim. yalnız benim bir kocam ve çocuğum var, yani yok öyle tek başına minimal minimal takılmak! çocuk bu konuda çok fikre sahip olacak yaşta değil, zaten yeterince minimal bir dünyası var, koca da hayatta kabul etmeyeceği için ve maksimum iş yaşamını haklı olarak bırakmayacağı için, şehri terk etme fikri yalan oldu en baştan!


sonra diyorlar ki; fazla eşyalarınızı elden çıkarın. valla ben evden bir şey çıkaramam zira evde üç kişi yaşıyoruz. öyle dişi kuş yuvayı kurar diye bir durum da yok bizde, gayet demokratiğiz ve ayrıca kocam ev dekorasyonuna oldukça meraklı. eşya konusu yalan yani. e dedim kıyafetler, çantalar, makyaj malzemeleri falan ayıklayayım bari. kıyafetler yalan oldu, "ya bunu giymek istersem sonra?" dedim, "zayıflarsam bu üzerimde on numara durur" dedim, "ay zaten yer kaplamıyor, kalsın bu kalsın" dedim. makyaj malzemelerinde son kullanma tarihi dolanları attım ama mesela 5 tane bordo rujum varsa onları 4 yapmadım ama ilerleme kaydettim artık bordo ruj almıyorum!


ne zaman bu konu ile ilgili bir şey okusam onun akşamında aras ile avmde buluştuk, şaka gibi. gel de tüketme! yine de bence saçma harcamalar yapmadım, beymen çantalar indirime girmişse bu benim suçum değil! ben o fiyatlara o çantaları bir daha bulamazdım neticede!


bu minimal yaşam, tüketme zırvalarını okurken bana bir aydınlanma geldi ama! yazarların çoğunun önceki hayatlarını inceledim, zaten açık seçik yazıyorlar, "önceden şöyleydim, böyleydim" diye. çoğu kariyerinde istediği yere gelmiş ya da yaklaşmış, rezidansta oturuyor, yılda en az bir yurtdışı ve bir yurtiçi tatilleri var ve bu tatiller yaz ve kış olarak kendi içlerinde de dallara ayrılıyor. en güzel giysiler
giymişler, en güzel parfümleri sıkmışlar falan filan. fark ettim ki bunlar "aymamış" arkadaş bunlar "doymuş"!


sonra kendi hayatıma baktım. karı koca fena olmayan bir gelirimiz var, severek oturduğumuz, güzel muhitte bir evimiz var, a plus bir yaşamımız yok ama kendi standartlarımızda rahat bir yaşamımız var. ama öyle "doymuş" bir durumumuz yok! yani evet, kıyafete ayakkabıya falan doymuşuzdur belki ama daha öyle işimizden sıkıldığımız, gezmekten sıkıldığımız, şehir hayatından - trafik dışında- yaka silktiğimiz bir durum yok! e zaten kendi şartlarımız içerisinde her orta direk gibi gayet minimal yaşıyoruz, kahvaltıyı paris'te öğle yemeğini roma'da akşam yemeğini de fatma bacıda yemiyoruz. şu durumda minimalizm bizim neyimize?!


33 senelik hayatımda okuduğum tek kişisel gelişim konusu olan minimalizm bana hiç bir şey katmadı mı sanıyorsunuz? kattı tabii! mesela hiç de fena olmayan bir hayatım olduğuna kanaat getirdim. "doymak" o kadar da iyi bir şey değilmiş aslında bunu fark ettim. her şeyin fazlası zararmış, bunu öğrendim. aydınlanmak için küçük burjuva yöntemlerine yönelmek yerine kendi hayatına odaklanmak gerekirmiş, meğer. "azalmak" tek seçenek değilmiş...öğrendim.

8 Şubat 2017 Çarşamba

tuvalet eğitimsizliği

arin tam olarak 40 aylık neredeyse. yani 3 yaş 4 aylık..yani dolu doluuuu 3 yaşında, hatta 4 ayını bitirdi bile..


hala bezli!


şimdi size anlatacaklarım bir "tuvalet eğitimsizliği" hikayesidir..okuyunuz..


geçen sene bu zamanlar "yaz yaklaşınca başlayın/başlayalım" minvalinde çevre ve kendi gazlarımızla baharda bu işi kotarmaya karar verdik..babasıyla ben tabii, arin'in bir şeyden haberi yok. bir iki çıkardık bezi ama "tutalete yapamağğm" deyince minik kuşumuz hop geri taktık..


o arada tatil zamanı geldi. dediler ki "tatilde bütün gün havuz-deniz-kum-güneş-mayo olacak çıkar gitsin!" çıkardım! havuz başındayız, balböceğim kırmızı şort mayosuyla ortalarda geziniyor ama bir koku var atmosferde. "alalaa bu ne kokusu ola ki?!" diye kendi kendime soruyorum ama kokunun kaynağını mümkün değil bulamıyorum "fayf sıtar alles inkluziv otelde kokuya bak olcek iş mi?!" diye söyleniyorum içten. kokunun kaynağı arin'miş yav! haldır haldır odaya gittik, hemen duş, duşun temizlenmesi vs derken hop bezi taktık geri. yav çocuk tuvaletini söylemiyor, ne diye çıkarıyorsun ki bezi?!


sonra arin'i yeni bir kreşe yazdırdık. dedik bizim çocukumuz bezli, ona göre. ay okul bir hevesli "ah biz bıraktırırız, önce bir alışsın da" vs. vs. dedik tamam okulda çözülecek bu mesele..


o yazı ve sonbaharı da başladık-başlamadık, bezi taktık-çıkardık şeklinde geçirdik..ve geldik kışa..aslında arin yavaştan tuvaelete yapmaya başlamıştı, 1-2 ay öncesine kadar. hatta kakasını bile yapmışlığı vardı ancak hastalandı ve ishal oldu, hoop bezi tekrar taktık, başka çaremiz yoktu.


sonra okul tekrar başlıyoruz dedi. bu arada evde işbirliği yapmıyoruz diye bize söyleniyorlar falan. tamam ulan dedim bez mez yok! tam iki hafta gece yatarken dahil bez takmadım. sabahları zaten uzun bir süredir kuru kalkıyordu, o yüzden geceleri kaza yoktu, hatta tuvalete bile kaldırmadım hiç. ama gün içinde tuvaleti gelince "çişim geldi" diyordu ancak aynı anda da altına yapıyordu. yine de her seferinde yapmış olsa da tuvalete oturttuk, oyaladık falan filan. okulda da durum aynıymış, hatta tutuyormuş. öğretmeni tuttuğu için arada alıştırma külodu giydirdiğini söyledi ama onların alıştırma külodu dediği şey şu primanın yeni çıkan külot şeklindeki bezleri, biliyorum çünkü aynısından bize de aldırmışlardı! ya o bez değil mi? ben mi yanlış biliyorum? neyse dedim, vardır bir bildikleri, neticede bu işle uğraşıyorlar.


iki haftanın sonunda şimdilik vazgeçelim hazır değil falan dediler. beze dönelim dediler ve biz 1.5 haftadır yine bezdeyiz. yani şimdi gece kuru kalkan, çişi/kakası gelince söyleyen çocuk hazır değil mi? e söylüyor?! ama son dakikada söylüyor, tuvalete gitmeye ikna olmuyor...e ikna etmemiz gerekmez mi? pes mi etmek lazım hemen? 3 günde hop diye öğrenen var mı bu işi? hiç kazasız?


okulun bu konuda yanlış yaptığını düşünüyorum açıkçası...tak çıkar derken arin de bez ya da olduğu yere bırakıverme rahatlığına alıştı bence. şimdi izin alıp kendim deneyeyim istiyorum. poposuna göre bez de bulamıyoruz ki artık :) eninde sonunda bırakacak biliyorum ama çocuğa yaşattığımız bu kafa karışıklığından çok rahatsızım artık...ve okul sana laflar hazırladım!

25 Ocak 2017 Çarşamba

yüzleşme


biz seksenli yıllarda doğan çocuklar için doksanlı yıllar bir tür yüzleşme yılıydı. 1982 anayasasının oluşturmaya çalıştığı apolitik gençlik bizim neslimiz olacaktı neticede..


sizi bilmem ama ben, ailemin sosyo-ekonomik durumu ve siyasi görüşleriyle doksanlı yıllarda yüzleştim. yoo, aklımın ermesi o yıllara denk geldiğinden değil, o yıllarda meydana gelen siyasi olayların, siyasi suikastlerin yarattığı farkındalıklardı yüzleşmemin sebebi. ve bütün bunlar memleketi şu an ki vaziyete getirdi. hani o sürekli özlediğimiz eski türkiye var ya, işte o, şimdiki yeni türkiye'nin mimarı aslında...pek de özlenecek bir durum yok sanki?!


sanırım yedi yaşlarındaydım, seçim zamanıydı. o zamanlar anap diye bir parti vardı, şimdi twitter'da parodi hesabı...neyse...o partinin çocuk aklımla bana eğlenceli gelen bir seçim müziği vardı. aileme "buna oy verin" diye söylediğimi hatırlıyorum. peki onlar ne cevap verdi? karşılarındaki yedi yaşında bir çocuk değilmiş gibi o partiye neden oy vermeyeceklerini ve oy verecekleri partiye neden oy vereceklerini anlattılar...halbuki "he kızım veririz" de, geç değil mi?


özellikle doksanüç senesi...ah o bindokuzyüzdoksanüç senesi...sanırım baştan sona hatırladığım tek sene...özellikle iki olayın aklıma mıh gibi kazındığı sene...


önce ocak ayında kara haber geldi...çok net hatırlıyorum televizyonda gördüklerimi...bir sokak, karlar altında...parçalanmış bir araba...sonraki günler bir cenaze...onbinler...kırmızı karanfiller ve bembeyaz kara batırılmış yanan mumlar..."arabaya önce kendi binermiş, çalıştırdıktan sonra eşini ve çocuklarını bindirirmiş" ah..uğur mumcu....


o kış hakikaten karakıştı...haziranda dedemin ölmesi de yazın iyi geçmeyeceğinin işaretiydi...


temmuz oldu...2 temmuz...yine televizyonda bir takım görüntüler...yangın! insanlar yanıyor! hayır yanmıyor, yakılıyor! benim ülkemde bir yerlerde insanlar yakılıyordu...canlar...ben bu nefreti bu yaşıma geldim hala anlayamıyorum, on yaşındaki ben nasıl anlasın? anlayamıyorum ama biliyorum, tanıyorum ve aynı nefreti bana yöneltecek insanlarla yaşadığımı artık biliyorum...


çok şey oldu...terör saldırıları, siyasi suikastler, cinayetler...çok şey...yıllara göre türkiye yapmanın bir manası yok, merak eden vikipedia'dan baksın...


bu iki olay beni ailemin dünya ve siyasi görüşü ile yüzleştirdi...o insanların kitapları vardı bizim evimizde, yazdıkları gazeteler okunuyordu...belki de ilk defa yüzyüze tanımadığı birilerine ağlarken gördüm onları...ben seneler sonra iyice anlayabilince onları, onlar için ağlayabildim...hem ölümlerine hem de hiç tanışamayacak olmama...


benim yüzleşmem on yaşımı buldu...düşünüyorum da arin'in yüzleşmesi, gezi direnişi sırasında ilk tekmelerini atan bir bebek olarak, daha anne karnındayken başlamış...


şimdi bize bir soru soracaklar. iki cevap seçeneğimiz var: evet ya da hayır


geçmişi hatırlayanlar pek fazla düşünmeden hayırlısıyla verecekler cevaplarını. hatırlamayanlar hafızalarını zorlasınlar, okusunlar, öğrensinler...başka ülkelerde "evet" nelere mal olmuş bir araştırsınlar, lütfen...


benim için aslolan atam'ın ne dediğidir: "egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!"


direniş sırasında annesinin heyecanına içeriden destek veren o minicik çapulcu ayakların aşkına; hayır!

5 Ocak 2017 Perşembe

.......

ben blogu belki bir gün arin okur diye yazıyorum. ve aynen bu sebepten gündemle ilgili, olan biteni tamamen "kendi" bakış açımla yazıyorum ara ara. tarafsız yazmıyorum çünkü burası bir haber sitesi değil, arin ileride hissettiklerimi anlasın, bilsin istiyorum; onun fikirlerine uymasa bile görüş farklılığı ne demek öğrensin istiyorum.


yılbaşı akşamı sevdiğimiz dostlarımız ve kardeşlerimiz bizdeydi. arin arkadaşıyla oynadı, tepindi, kudurdu ve nihayet uyudu. tam da bir önceki yazımda yazdığım gibi gece onikide onu öptüm uyurken. canım.....


balkonda sigara içerken şebnem reina'da silahlı saldırı olmuş dedi. bar kavgası sandım...içeri geçince cnntürk'ü açmış beyler. bar kavgası değilmiş, manyağın biri eğlenen insanları taramış...


hani bir yazımda tatildeyken manyağın birinin tatilköyüne girip bizi tarama ihtimalinden korktuğumu yazmıştım ya, artık daha da çok korkuyorum. tatile gitmek istemeyecek kadar çok...


sıkıldım! çok sıkıldım! terör hakkında yazmaktan, konuşmaktan, gölgesinde yaşamaktan çok sıkıldım! benim, ailemin, çocuğumun canına kastedenlerle bir arada yaşamak zorunda bırakılmaktan çok sıkıldım!


ve en çok da bunları demokratik bir ülkede yaşamak zorunda olmaktan sıkıldım! toplumun bunları bile isteye yaşamasından ve yaşamak zorunda bırakmasından sıkıldım!


evden çıkın, hayata karışın, dik durun vs. vs. vs. bik bik konuşuyorlar ya hani...


ben paralize oldum!


evden çıkmayacağım! istemiyorum evimden çıkmak! istemiyorum korkuyla dolaşmak! mümkün olduğunca kendimce güvenli bulduğum alanda çoluğumla çocuğumla "hayatta kalmak" istiyorum!


korkuyorum arkadaş ben...sokağa çıkmaya korkuyorum...insani zevklerden korkuyorum...insanlardan korkuyorum...


siz çok cesursunuz, çıkın sokağa, ben değilim...kabuğumda yaşamayı tercih ediyorum...


hayatımızın içine eden herkese en derin nefretlerimle...